29 Eylül 2008 Pazartesi

Kışkırtıcı, Muzır, Melankolik!



'Aslında Bir Konu Var' şarkısıyla tanıştığımız ve hayranlıkla (E.E. - Kendi adıma konuşuyorum kabul) takibe aldığımız Yasemin Mori, bir süredir raflarda olan "Hayvanlar" albümüyle ve sesiyle tüm gücünü gösteriyor. Yıllar önce ilk kez dinlediği Queen'in "Bohemian Rhapsody" şarkısından aldığı hazla müziğe başlayan Yasemin Mori, hayatın içinde müziğin ne denli önemli olduğunu vurguluyor. Hal böyle olunca son zamanların en çok dikkat çeken ismine UNIQ olarak kayıtsız kalmamız mümkün değildi. İşte, dinlemekten ve izlemekten kendimizi alıkoyamadığımız (E.E - iki etti!) Yasemori ile yaptığımız keyifli sohbet.

Müzik, hayatının içine ne zaman ve ne şekilde girdi?
Aslında Queen'in "Bohemian Rhapsody" şarkısını dinlediğimde bir kırılma yaşadım diyebilirim. Ortaokul yıllarımda, ablam bir kaset getirip "bunu dinlemelisin" dede. O an onun heyecanına anlam verememiştim ama dinlediğim an her şey değişti. "Böyle bir müzik nasıl olabilir?" diye düşündüm, harikaydı, mucize gibiydi. Babam, müziğe kapıldığımı anlayınca bana bir org aldı. Lise yıllarında da devam ettim.

Üniversite yıllarından aklında kalan şeyler neler? Müzik hangi roldeydi senin için o yıllarda?
Dediğim gibi, aslında müzik üniversite yıllarımdan çok çok daha önceleri kafamı çok fazla meşgul etmiş bir şey, ben üniversitede biraz müzikten uzaklaşmak ve ilgilendiğim diğer şeyler üzerinde daha çok düşünmeye fırsat bulabilmek istediğim için Güzel Sanatlar Bölümünde okumayı seçtim.Okulun son senesine kadarda müzik çok derinden ve sessizce ilerledi benim için, bitirme projeme kadar hiç sesimi soluğumu çıkartmadım ama sonra o projenin açtığı kapılar müzik, hayatımda başköşeye oturdu.

Üniversitede grafik tasarım okuduğundan yola çıkacak okursak, müzik ile görsel tasarım arasında nasıl bir bağ kuruyorsun sonuçta her ikiside kendini farklı şekillerde ifade edebiliyorsun...
Bence birbirlerini tamamlıyorlar, sonuçta her ikisi de bakmaya ve görmeye zorlayan şeyler. Müzik ile aklınızda bir resim çizebilirsiniz ve o resme baktığınızda duygulanabilirsiniz. Müzikte de bu böyledir, müzikal hikayeyi görsel olarak ifade etmek ona anlamak katmakla başlıyor. Bakıp da görmek, görüp de yorumlayabilmek ikisini birbirine yakın tutuyor.

Ama artık müzik hayatın gibi... Grafik-tasarım hayatının neresinde kalacak peki?
Grafik tasarım, hayatımın çok önemli bir noktasında durmuyordu zaten, ben daha çok sanat tarihi, sanat felsefesi, resim ve illüstrasyonla ilgiliyim, çizmeyi bırakmak benim için bir duyu organımdan vazgeçmekle aynı, dolayısıyla hayat bana bu sanat dallarının bir arada olabilmesi sayesinde daha anlamlı geliyor, bazen birinden birine daha çok ağırlık veriyorsunuz ama temelde çizerek bir şey anlatmak da müzikle anlatmak da yazarak anlatmak da benim için çok önemli.

Ankara'dan İstanbul'a geçiş süreci zor oldu mu? Sonuçta şehir değiştirmek kolay bir iş değil...
Benim için pek zor olmadı açıkçası Ankara'da kalmayı istemiyordum ama yaşayabileceğimi düşündüğüm pek çok şehir vardı ve İstanbul çok güzeldi :)

Çıkış şarkın 'Aslında Bir Konu Var', hiç konuşmak istemediğimiz ve zor geçecek dakikaların başlangıcında kullanılan bir cümledir. Sen bu şarkıda hangi konuya değiniyorsun?
Klip ile anlatılanlar aslında pek çok konuyu kapsayabiliyor ama benim anlatmak istediğim "bir" olabilmek, yani kendine ait kalabilmek. Acılarımız ve tüm dertlerimiz, yaşadığımız sürece bizimle olacak. Şarkılarımda hayatımızdaki her anı dengede tutmaya çalışırken, bundan nasıl yorulduğumu anlatıyorum. Sözlerde kendimle ilgili dertlerimle değiniyorum.

Sesinin tonlarından masum olmayan bir yakarış varken aynı zamanda melankolik bir tat da mevcut. Müziğindeki hikayeler kendine nasıl bir yol çiziyor.
Yaşadığımız hayatlar dertsiz değil. Müzik bir çıkış yolu. Ben de nelerden canım yanıyorsa, nelere üzülüyor ve sinirleniyorsam bunların derdine düşüyorum.

Parçalarını oluştururken öncelikli aracın nedir? Sözler mi yoksa enstrüman mı?
Bazen oldukça net bir şekilde sözlerle oluşturuyorum ve iyi bir sonuca ulaşabiliyorum sanırım plan yapmadan bir anda aklıma gelenler en iyiler ve en kolay anlaşılanlar oluyor. Müziği bölük pörçük yazınca pek hoş olmuyor. Zaten sonradan müdahale etmen de gerekebiliyor ama bu da pek kolay değil.

Albümünde anlatmak istediğin konulara değinişin oldukça farklı...
Albümü yaparken sanki kendimi toprağın altına gömdüm ve oradan yukarıdakilere bir şeyler anlatmak istiyordum.
Toprağın biraz altında çok ufak aralıklardan sızan güneşi görerek bir şeyler yazmaya ve anlatmaya çalıştım
O ışık sızıntısını değerini toprağın altına girmeden bilemiyoruz. Bazı şeyleri kişiselleştirmek anlamlarını küçültebilir. Albümde anlatılan, benim nasıl bir yolda olduğumdan ziyade, yolun kendisi ile ilgili gösterilen bir çaba, durum.

Peki, albümle ilgili geri dönüp bakınca pişmanlık duyduğun herhangi bir şey var mı? Sonuçta albümü sindirmek için yeterli bir zaman geçti denilebilir.
Hayır, elbette yok :)

Sahnedeyken kendini nasıl hissediyorsun?
Sahne başka bir yer. Sanki bir tiyatronun içindesin gibi ama daha canlı, bir de her defasında farklı farklı oyunlar sergileniyor. Doğal tepkilere oldukça açık bir yer.
Sanırım sahnedeyken anlattıklarım daha anlaşılır bir hal alıyor. Stüdyo ve kayıt insanlara çok şey sunamıyor. Şarkıları canlı söylemek çok farklı bir hal yarıyor. Ben zaten şarkılarımı müzikli hikayeler gibi görüyorum. Tabi ben de hikaye anlatıcı...

Ünlü olmaya başlamak, insanlar tarafından tanınmak nasıl bir şey? O kadar heyecanlı bir halin var ki sanki sana pek uygun değilmiş gibi duruyor...
Ünlü olmaya pek takılmıyorum, bir şeye bakarsanız o da size bakmaya başlıyor. Ne kadar dik bakarsanız da o kadar dik vuruyor o bakışın güneşi üzerinizde. Bu zamana kadar tanınıyor olmamakla ilgili - röportaj vermek dışında- hiç bir zorluk yaşamadım, röportaj vermeye de belli bir derecede alıştım üstelik :)

Son soru. Yasemin Mori'nin 24 saati nasıl geçiyor?
Eğer önümde bomboş bir günüm varsa onu mutlaka müzikle ilgili araştırmalarıma adıyorum, arkadaşlarımın stüdyolarına gidip evimde olmayan müzik aletleriyle haşır neşir oluyorum, yeni şarkılarımda yaratmak istediğim atmosferi keşfetmeye ve ortaya çıkarmaya çalışıyorum, ekimde konserler başlıyor bu nedenle gün aşırı grup provalarımız oluyor, bu dönemde zamanımı daha çok müzikle ilgilenerek geçiyorum...

UNIQ Dergi
Röportaj: Ali Denizuslu & Eren Erdem

Not: UNIQ Dergi birçok üniversite kampüsünde ücretsiz dağıtılıyor, ve uniq.emecmua.com adresinden online olarak okunabiliyor. Sadece üye olmanız yeterli.

İşte 'O Kız'

Son günlerde; adı hayli ilginç bir albüm baştan sona defalarca dinleniyor, uzun süredir ilk kez gönül rahatlığı ile o albümü sevdiklerimize hediye olarak sunabiliyor, çıkış parçasının klibini ise hayranlıkla izliyoruz. Minyon, kıvırcık saçlı, genç ve güzel 'o kız' şarkı söyledikçe devleşiyor. Yasemin Mori; Hayvanlar albümü ile hem istaykâr hem de tatlı bir başkalık katıyor içimize. Şimdi bizimle hayatına dair merak edilenleri paylaşıyor.



Marie Claire, Yasemin Mori, Fotoğraf Emre GüvenMarie Claire: Mori; oldukça ilginç bir soyadı... Gerçek mi?

Yasemin Mori: Hayır değil! Mori; Balkan dillerinde ‘kız’ demek. Anneanne tarafım Edirneli benim. Küçükken bazı arkadaşları ‘Yasemin Mori’ diye çağırırlardı beni. ‘Yasemin kız’ yani... Yıllar sonra tınısı çok hoşuma gitmeye başladı. Jim Morisson’ı da çok severim ayrıca! (Gülüyor)



Peki nasıl tanıştınız Jim Morrison ve dolayısıyla müzikle?

Ben ilkokul çağındayken ablam gençlik dönemini yaşıyordu. Odasından pek çok farklı türde müzik sesi yükselirdi. Ben biraz da hazıra kondum aslında. Onun dinlediklerinden yola çıkarak zaman içinde kendi müzik dağarcığımı oluşturdum. Sonra da içgüdüsel olarak kendi şarkılarımı yapmaya başladım. Bu konuda denemeler yaptıkça zaten ister istemez müzik yapan insanlarla tanışıp, çalışıyorsunuz... Lisede ve devamında üniversitede Grafik okurken çeşidi gruplarda şarkı söyledim. Bir bakmışım müzik çoktan girmiş hayatıma...

Bilkent Üniversitesi Grafik Bölümü’nden mezunsunuz. Ancak bitirme tezinizi dahi müzik üzerine oluşturmuşsunuz.

Müzikle birlikte tasarıma ve resme de büyük bir ilgi duyuyordum. Grafik okumamın müzikle ilgili düşünce biçimimi de geliştireceğini düşünmüştüm. Müzik bana hep açıktı, hayatımın her anında vardı. Düşünün! Bitirme tezimin dahi içine girecek kadar..

Albüm yapma süreciniz nasıl gelişti? Bugün birçok genç müzisyen albüm yapma hayali kuruyor fakat çok azı hayalini gerçekleştirebiliyor.

İstanbul’a taşındıktan sonra daha müzikle ilgilenecek daha çok zamanım oldu. Hayatımın geri kalan kısmında tamamen müzik ile iç içe olmaya karar vermiştim. Aslında bu karar üniversiteye girmeden önce almıştım ama o zamanlar henüz bilinçaltımdaydı sanırım. Aslında üniversiteyi de İstanbul da okumam gerektiğini düşünüyordum fakat ailemin yanı ve Ankara’nın imkanları daha tatlı gelmişti o sırada. Tatillerde İstanbul’a ablamın yanına geliyordum. Mezun olduktan sonra da burada bir süre yaşayıp, şehir ile ilgili neler hissedeceğimi keşfetmek istedim. Zaten iş başvuruları yapmak için daha sık uğramaya başlamıştım, bir yandan da Emre ile (Irmak) müzik hakkında konuşup duruyorduk. Ben bir grup kurmaya çalışıyordum, müzisyen arkadaşlar arıyordum. Emre’yle tek seferlik bir proje grubu oluşturduk, Roxy’de sahne aldık, sanırım müziğe daha dik bakmamı sağlayan anlardan biriydi o an. Gerisi de geldi zaten...

Neler hissetiniz İstanbul’a dair? İnsan bazen bu şehirde kendini ufacık hissediyor...

Açıkçası bana o kadar da zor gelmedi, o dönemde gayet gözü kara bir tiptim. ‘Bakalım dünya bana hazır mı? havalarındaydım. Dolayısıyla alışmaktan çok söylediğiniz gibi hissetmeye kanalize ettim kendimi. Bir de burada yaşayan arkadaşlarım vardı zaten, bu kendimi yalnız hissetmememi sağladı. o zaman dünya bir anda kendiliğinden küçülüyor. Siz değil!

Sesinizi önce internet üzerinden duyurmayı tercih etmişsiniz. Bu bir tür nabız yoklama gibi miydi sizin için?

Myspace sevdiğim bir ağ, oraya dünyanın her yerinden müzisyenler ve sanatçılar yaptıkları işleri yüklüyorlar. Sonra siz site içersinde sayfadan sayfaya gezerken farklı müzik türleri, resim ya da illüstrasyonlarla karşılaşıyorsunuz, yeni dergiler keşfediyorsunuz, keşiflerinizi kendi listenize ekleyebiliyorsunuz ve o ağın bir parçası oluyorsunuz. Ben o siteye şarkılarımı yüklerken plak şirketi de aynı anda klipi televizyon kanallarına ulaştırdı, aslında önce internet aracılığı ile çıkış yaptım diye bir durum yok, sadece müziğin internetten yayılımı çok daha hızlı oldu.

Albümünüzün adı Hayvanlar... Hem isyankar hem de sevimli; nereye çekerseniz oraya gidiyor...

Evet hayvanlar ismi insanların kodladığı şekliyle pek çok anlama çekilebilir. İlginç olmasının yanı sıra her şeyden bağımsız bir şekilde o âleme baktığımızda çok güzel işleyen bir var oluş sistemiyle karşılaşıyoruz, bu da insanlığa ve insanların oluşturduğu her şeye olan dikkatimi artırdı. Yani eleştirel bir bakış acısı da var albümde. Ayrıca içgüdülerle ilgili düşünmeye başladığımda da onların âlemi gözümde canlandı, benim için önemli bir çıkış noktasıydı.

Aslında kısa da bir albüm sizinki... Dokuz parçadan oluşuyor ve sadece 30 dakika sürüyor. Neden kısa tutmak istediniz?

Yaptım yaptım bu kadar oldu! (Gülüyor) ‘Şu şarkıyı eleyelim bu şarkıyı baştan yapalım, e şarkının şu kısmını çıkaralım’ gibi gel gitleri neredeyse iki yıl boyunca yaşadım ve en sonunda da albümde her şeyin özünü bırakmaya karar verdim.

Şarkılarımız başkalarının hikayelerinden alıntılar gibi...

Bir yandan bir hikaye anlatıcısı gibi de görüyorum kendimi, bazen çektiğim fotoğrafları anlatıyor muşum gibi geliyor bana, içinde anlamlar gizlenmiş fotoğraflar gibi düşünüyorum bazı şarkılarımı.

Bir yandan da çok gerçeküstü bir havası var albümün? Çatır çatır gerçekleri vurmuyor insanın yüzüne...

Evet; sanırım bu soyut düşünmeyi sevmemden kaynaklanıyor. Olayları metaforlarla birbirine ilişkilendirmeyi seviyorum. Metaforların anlamı derinleştirdiğini ya da genişlettiğini düşünüyorum.

Klibiniz en az ‘Aslında Bir Konu Var’ şarkınızın kendisi kadar etkileyici... Fatih Kızılgök yönetmiş. Nasıl tanıştınız?

Fatih’in ‘Toz’ adında bir kısa filmi var, geçen yıl o filmi seyretmiştim ve anlatım dilinden çok etkilenmiştim. Video çekilmesi söz konusu olduğunda hemen ona ulaştım ve şarkıyı yolladım. Fatih arayıp çalışmaya başladığını haber verince hem tanışmış hem de birlikte çalışmaya başlamış olduk.

Klipte, güçlü bir kadının etrafında uçuşan erkekler var... Feminist bir yaklaşım!

Sadece bir ağacı, bir heykeli ya da bir bütünselliği oluşturmak için toplanmış insanlar var klipte. Aslında bir mıknatısın çekim gücü gibi birbirimize tutunuyoruz ve olmamız gerektiği gibi olduğumuzda da havalanıyoruz.

Performans sanatlarıyla ilgileniyor musunuz?

Evet ilgileniyorum... Klipte koreografi için modern dans öğretmenliği de yapan Seda İşca ile birlikte çalıştık. Klip çekiminden önce birçok kez bir araya geldik ve bana modern dans hissiyle ilgili pek çok ayrıntı öğretti, performans sanatlarıyla daha yakından ilgilenmem gerektiğini düşündüm. Ben günlük hayatımda da genellikle evren algımı genişletecek ya da renklendirecek kitaplar okuyorum ve öyle müzikler dinlemeye özen gösteriyorum. Davul çalmaya da başladım. Tüm zamanım provalarla ve müzik ile geçiyor.

Gerçek aşkı yaşadınız mı hiç?

Elbette...

Nasıl bir Aşıksınız?

Bilemiyorum ki.., Düşünceli bir aşığımdır umarım, genellikle kıskanç biri değilimdir ama bazen kıskanç da olabiliyorum...

Bir erkekte neler çeker sizi?

Neşeli, beni eğlendiren erkekler ilgimi çekiyor genellikle. Beraber gülüp eğlenebileceğimi düşündüğüm kişilerle olmaktan hoşlanıyorum.

Hayalperest misiniz?

Hayalperest olduğum söylenemez ama hayal kurmayı severim elbette. Hayal güzel bir şey... İnsanın hayatını renklendiriyor.

‘İnsan ilişkilerinde vasat biriyim’ demişsiniz bir röportajınızda. Sevmediğiniz özellikleriniz var mı?

Bu albüm üzerinde çalışırken bir yıldan fazla bir süre kendi içime kapandım ve çok az insanla diyalog içerisinde oldum. O dönemde tamamen kendi dünyamda yaşıyordum. Bu hal beni her şeye karşı biraz yabancılaştırdı ama şimdi öyle hissetmiyorum. Albüm çıkınca normal halime döndüm galiba... Gerçekten sevmediğim fazla bir özelliğim yok ama tabii ben de herkes gibi kendimi daha iyi bir hale getirmek için uğraşıyorum.

Bundan sonraki en büyük hayaliniz ne üzerine?

Gerçekleşmesini istediğim şeylerle ilgili çok fazla hayal kurmam aslında, daha çok yapmak istediğim şeyleri düşünürüm. Aslında bu da bir çeşit hayal kurma aslında Biraz dünyayı gezmek istiyorum mesela, güzel olduğunu düşündüğüm yerleri görmek istiyorum.




Marie Claire - Duygu Hamdioğlu
Fotoğraflar: Emre Güven







17 Eylül 2008 Çarşamba

Konserler Başlıyor.

Yasemin'in Kürşat Başar'la sohbetinde de belirttiği gibi ekim sonuna doğru konserler başlıyor.Yasemin Mori Ankara'ya geliyor ve IF Performance Hall' da sahneye çıkıyor. Kasım ayının başlarında ise İzmirli dinleyicileriyle buluşacak. Hepinizin merakla beklediği konserlerin detayları ise şöyle:



Tarih: 30 Ekim 2008
Mekan: IF Performance hall
Saat: 22.00(Kapı Açılış)
Adres: Tunus Caddesi No:14/A
Kavaklıdere ANKARA
Telefon: 0 312 418 95 06 - 418 53 16

Konser afişi

Hayvanlar isimli ilk solo rock muzik albümünü yayınlayan Yasemin Mori, ilk Ankara konseriyle IF Performance Hall sahnesinde. "Aslında Bir Konu Var" isimli parçasının video klibiyle dinleyecinin ilgi odağı olan Yasemin Mori, haraketli sahne performansıyla dinleyicileriyle buluşuyor.

Çadıra doğru yürüyoruz ve gürültü bizi anlatıyor. Küçük aynamız. Hızla büyüyen, hiç soru sormayan. Işıldıyor. Ne kadar parlak ve güzeliz. Buralara ateşten mi gelmiştik? Yoksa güneşten mi? İnliyor şarkısı. Hiç soru sormuyor. Gök kubbe açılıyor. Ayaklarımız vardı. Ayaklarımızsız artık tarifsiz bir yükselişin içindeyiz. Milyonlarca eşsiz kelebek bize eşlik ediyor.. Neler diyorum ben? Yoksa biz de mi sadece birer kelebeğiz. Olamaz! İşte oluyor. Heeeey!




HangiBar.com'un Yorumu:
IF PERFORMANCE Hallın hoş bir havası var. Mekanda dekorasyona önem verilmiş ve havalandırma ve park yeri sorunu aşılmış. Dışarda ve hemen girişinde bulunan oturma gruplarında ortamdan biraz uzaklaşıp sohbet etmek de mümkün. IF PERFORMANCE Hall iyi ve kaliteli rock müziğinde Ankara`nın tükenen neslini sürdürmeye kararlı..

Bira Fiyatı : 5 YTL veya daha fazla
Giriş Ücreti: Var (15 YTL. (+1 Yerli içki) bayanlara giriş ücretsiz) (Cuma, Cumartesi)
Kredi kartı : Geçerli
Kapasite : Oturarak: 50 Kişi Toplam: 350 Kişi


***

Yasemin Mori - Gece


Tarih :
7 Kasım .

Mekan : Ooze Venue
Saat: 23:30
Adres: Kazım Karabekir cad.no:46 Bornova Ata durağı
Bornova Izmir
Telefon: 0232 388 78 70 - 388 30 35
Biletler: BiletiX (23,00 YTL)




- 18 yaş sınırı vardır.
- Organizasyon şirketi etkinlik için uygun görmediği kişileri bilet bedelini iade etmek koşuluyla etkinlik mekanına almama hakkına sahiptir.
- Alkollü içki satışı vardır.
- Kapı açılış: 21:00 Konser: 23:30


13 Eylül 2008 Cumartesi

Zırdeli

Yasemin Mori'nin Roll Degi röpörtajında söylediği küçük bir ayrıntı Ek$i Sözlük'te okuduğum bir enrty den sonra dikkatimi çekti ve küçük bir araştırma yaptım ve çok hoş bir bilgi edindim.

Yasemin Mori röpörtajda ne demişti:

Seyredip de unutamadığın konserler neler?
Patti Smith konserinden çok etkilenmiştim, Patti Smith sevmemek ne mümkün! Kings of Convenience konserinde de ağladığımı hatırlıyorum. Yanımda da bir arkadaşım oturuyordu, onun da gözleri doldu. Biz halliydik o konserde, gerçekten yoğun yaşadık. Rahatlamak için dans etmem gerekiyordu, kendimi sahneye atıp dansettim.

:) Altı çizili yere dikkat.

Şimdi Kings of Convenience'in Türiye'ye ne zaman geldiğini anımsayalım:


12. Uluslararası İstanbul Caz Festivali kapsamında ülkemize gelmiş ve Ses Tiyatrosunda bir konser vermişlerdi. Bkz.6 Temmuz 2005 Kings Of Convenience Konseri.

O konsere giden kişilerin enrtylerini okurken sahneye atlayan dans eden ve orkestra çukurunu kapatılmak için koyulan ahşap panelleri deşen :) bir kızın varlığı anlatılıyor.

Bu zırdeli kız kim acaba?

Yine birkaç entry inceleyelim:

(bkz: yasemin) *
(bewitched, 07.07.2005 00:17 ~ 00:19)

***
ses tiyatrosunun aşırı sıcagı da olmasa tam anlamıyla kusursuz olabilicek bi konserdi.kısa samimi ve güzeldi. i d rather dance with you sırasında sahneye çıkıp mikrofona saldıran erlend oye ile dans eden yasemin adlı kızımızda 15 dakikalıgına meşhur oldu.
(yourstruly, 07.07.2005 00:26)
***
sık rastlanmaz bu kadar güzel bir ortam yaratan ve bu kadar güzel şarkılar yazan bir gruba. bir de tabii ki (bkz: yasemori)
(iyikemik, 09.07.2005 02:56)
***
coğrafya kaderdir. adamların yaşadıkları toprağın dinginliği müziklerine akmış gitmiş. gözümle görmesem bu kadar inanamazdım.ha bi de konserin hemen akabinde öğrendik ki gecenin ahşap doğrama deşen yıldızı yasemin kardeşimiz jazz vokalistliğiyle iştigal ediyomuş.
(erasmus, 07.07.2005 10:22)
***
Bir de konsere giden birinin bir forumdaki yorumu:

Öncelikle abiler isimleri gibiler, kafalar çok rahat, dinginler, poz kesmiyorlar. Sadece ikisi çıktı sahneye, hatta Eirik sandalet giyiyordu (gözlüksüz olan Karate Kid dedikleri) bir de konser sonunda biste ‘I’d Rather Dance With You’ sırasında sanırım göz teması sebebiyle Yasemin isminde şirince bir hanım kızımız atladı sahneye şarkıyı söyleyip pek güzel dans etti, alkışladık.
(mightyzizou) on 7 Jul 2005 - 18:45:06

Ee Yasemin'de boşuna söylememiş:
esas söylediğim bak ben zır deliyim!.. :):)

7 Eylül 2008 Pazar

Trip Hop... Rock!.. Birazcık Dramatik Punk!


Yasemin Mori yeniden doğmak için çıkardığı yangından kurtarmış albümünü. Yakınları ona kısaca Yasemori, hatta Edirne'nin ötesinde çınlayan bir ünlemle sadece 'Mori' diye sesleniyor. 26 yaşına kadar suskunluğunun sebebi biraz da biriktirmekten... Mori, ölümün sınırlarında gezinen şarkı sözleri için, "Fiziksel ölüme kafa tutmaya çabası" olarak değerlendiriyor.


İlk albümünüz olmasına rağmen kartonette adeta kendinizi gizlemiş ve fotoğrafınızı koymamışsınız...
Kendimi en iyi müzikle ve çizerek ifade edebiliyorum. Belki de kendimi gizlemeye çalışmıyorum da daha derinden ifade etmeye çalışıyorum. Çünkü bir insan olmaktan öte bir fikrin savunucusu gibi görüyorum kendimi. Biz küçük bir sanat atölyesi gibi çalışıyoruz aslında. Albüm kartonetinin tasarımı okuldan arkadaşım Seha Can’a ait. Bunun üzerinde çalışırken çok farklı tasarımlar denedik. Bazılarında fotoğraf da kullandık fakat gördüğünüz tasarım fikir ve görsellik bakımından bizim için güçlü ve anlamlı oldu.

Soyadınız Mori de (Eğer nick değilse) Oldukça ilginç ve bize Balkanlar’ı anımsatıyor. Soyadınıza ve kökenlerinize dair neler söylemek istersiniz?
Mori gerçek soyadım değil. Bir takma isim. Anneannemler Edirneli ve bana bazen böyle seslenirlerdi. Üniversitede bu isim Yasemori şeklini aldı. Tınısı ve bana çağrıştırdığı her şey çok hoşuma gidiyor.

Ya yaşınız, eğitiminiz... Daha da önemlisi müziğe nasıl ve nerede başladığınızı anlatır mısınız?
26 yaşındayım, Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümü mezunuyum. Çocukluğumdan beri müzikle ilgilendim. Benden 10 yaş büyük bir ablam var ve onun üniversite döneminde dinlediği farklı türlerdeki müzikler sayesinde müzik hayatıma girdi. Sonraları kendi bestelerimi oluşturma çabam başladı. Lise döneminde çeşitli müzik gruplarında şarkı söyledim ve üniversitedeyken bir yandan müzikle ilgili düşünüp üretmeye devam ettim.


Yaptığınız müzik biraz pop, biraz funk belki biraz da rock karışımı olarak nitelendiriliyor. Bu konuda siz bir tanımlama yapar mısınız?
Bu müziği yaparken ödünç aldığımız sesler punktan, rocktan, belki biraz trip hoptan geliyorlar. Biz bu seslerle kendi orijinal soundumuzu oluşturmaya çalıştık diyebilirim. İlla bir tanımlama yapmak gerekirse biz kendi aramızda bu müziği bazen ‘dramatik punk’ diye tanımlıyoruz.

Albümünüzde ilginç bir grafik var. Anne rahminden, zombiye, kelebekten yatan bir insan figürüne kadar her şeye benzetildi. Siz aynı zamanda bir grafikersiniz. Bu illüstrasyonu bize yorumlar mısınız?
Albüm kartonetinde baştan sona devam eden hayvan illustrasyontarı var. Bilinç altının hangi temel içgüdü tarafından yönetildiğini araştırmak amacıyla tasarlanmış olan ‘Rorschach mürekkep testi’nden esinimizi aldık ve bu çizimleri bir tür bilinç akışına yönelttiği için tasarladık. Hayal gücü iyi çalışan bir insan o mürekkep izlerine bakıp imajlar ve düşünceler içinde oradan oraya savrulabilir. Albümün ismi ‘Hayvanlar’ olduğundan bu bilinç akışını hayvan imgelerini kullanarak ortaya çıkardık. Ben kapağa baktığımda bir patlama ve patlamanın açığa çıkardığı beyaz bir kapı görüyorum. O kapının içine doğru yürüyen kalabalık bir insan topluluğunun olduğunu hayal ediyorum. Diğer yandan bir tilkinin kafası ya da kanatlarını açmış bir kelebek de olabilir pekala.

Şarkılarınızın sözleri neredeyse tamamen ölüm ve acıya dair. Ölüm fikri sizin müziğinize neden bu kadar yakın?
Ölüme yeniden doğmak için bir araç gibi bakabiliriz. İnsanın ölüme karşılık yeniden doğuşu keşfetmesi çok eski zamanlara dayanıyor. Başka dünyaların inancı da öyle. Sanatın ortaya çıkışı da kısmen bu düşünceden filizleniyor. Soyut bir dünyada, bir düşüncede varolup fiziksel ölüme kafa tutmak! Bana kalırsa ölmek insanın kabuğundan sıyrılıp yeni bir bilince kavuşmasından başka bir şey değil. Üzerimizde sertleşmiş, sabitlenmiş, genel geçer ne düşünce varsa hepsinden kurtulup özgürleşmek ve yeniden doğmak. Bu yüzden insanın yaşarken kendini öldürmesi önemli. Her ölüm daha iyi, daha yeni, daha özgür benliği, başka bir bilinç düzeyini getiriyor yanında. Şarkıları yazdığım sırada bunları fark ediyordum.

Kartonette Harun Tekin’e de teşekkür etmişsiniz. Albüm hazırlığında onun da katkı ve desteği oldu mu?
Böyle bir albüm yapmanın zorluklarını en çok paylaştığım insanlardan biri Harun. Bana ve yaptığım işe ayna tutarak gücümü toplamama birçok kez yardım etti.

***

Soner Can / Kral Magazin Dergi

Eylül Sayısı:

:

6 Eylül 2008 Cumartesi

Sen Davula, Davul Sana


Son yıllarda, memleket rock'u konusunda, Ankara'nın sazı sözü gümüş, taşı toprağı altın... Ne güzel bir tesadüf: Yasemin Mori,
Gece ve Pilli Bebek sağolsunlar bu ayki Roll'u "Ankara Özel Sayısı"na çevirdiler... Yasemin Mori'nin "Hayvanlar" adlı ilk albümü, hem şarkı yazarlığı hem sound açısında ciddi bir "açılım" ve "atılım" örneği, ritim ve kelime hazinesi...

Henüz albümü yayınlanmamıştı, "Aslında Bir Konu Var"ı Myspace'te ıskalasak da, televizyonda yakaladık. Böyle bir klip, böyle bir şarkı, böyle bir "sarhooş" demek görülmemiştir. Peki devamı? Birkaç hafta dişimizi sıktık, albümün tamamını dinleyince boşa umutlanmadığımızı anladık. Hemen Yasemin'le buluşup daldan dala atladık...



Ankara’dan son dönemde bir sürü müzisyen ve grup çıkıyor, nedir bunun sırrı?
Yasemin Mori: Ankara bir öğrenci şehri. Orada okuyorsan, kendi kendine başka bir şeyler daha yapman gerekiyor, çünkü şehrin sana verecek hiçbir şeyi yok. Festivaller, konserler az. O yüzden kendi ortamını kendin yaratmalısın. İnsanlar daha çok kendi içlerine dönüyor ve kendi seslerini arıyorlar, en azından benim deneyimimde böyle oldu.

Björk İzlanda için, Portishead’çiler de Bristol için böyle bir portre çizer..
Filizlenmenin olmadığı, karanlık sayılabilecek yerlerde insanlar daha fazla üretme dürtüsü hissediyor. Ankara'da herkes öğrenci, bir refah makul bir standart var. Yeraltı müziği pek yok. Daha çok öğrenci kendi kendine oluşturduğu bir kültür...

Sakarya'da bira içer miydin ya da SSK İşhanı’ndaki barlara takılır?
Uğrak müşterilerinden değilim, ama oralara da gitmek, müziğe bakmak iyi oluyor. Bir türkü bar, hemen yanında da bir rock bar var mesela. Türkü bara gidip orada takılıyorsun, sonra öbür tarafa gidiyorsun. Ben evde takılmayı daha çok seviyorum. Bir de Tunalı taraflarındaki Likya’da arkadaşlarımla buluşurdum. “Tüm kediler gri” diye bir DJ setim de vardı, orada çalıyordum.

Neler çalıyordun?
O dönem Manchester etkisi altındaydım. Çok da yeraltına inmeden, biraz da eğlence olsun diye Joy Division, Happy Mondays, Smiths çalıyordum. Ama Velvet Underground da çaldığım oluyordu.

Demin fotoğraf çekilirken de Velvet Underground söylüyordun.
(gülüyor) Velvet Underground’un şarkıları küçük küçük gelir ve o trip’te takılır gidersin... “I’II be your mirror” diye bütün gün ortalıkta dolanırsın.

Albüm almaya gittiğin belirli dükkanlar var mıydı?
Tunalı Pasajı’ndaki Shades’ten, Süleyman (Özyıldırım) abiden alınıyordu genellikle. Bazen oraya gidip bende fazla olan CD’leri bırakır, onları satmasını beklerdim, sonra da onların parasıyla başka CD’ler alırdım. Bir ara büyük bir Queen hayranı olduğum için herkes bana Queen CD’si hediye ediyordu. Bazıları aynıydı, hemen gidip onları bozduruyordum Süleyman abide. (gülüyor)

İstanbul’dan bakınca Ankara sıkıcı bir yer gibi gözükür. Ankara’da herkes bir şeyler çalıp söyler, biraz da Kadıköy gibidir, müzik bir yerde takılır kalır. Aynı parçalar çalınır, dinlenir...
Öyle bir garip durumu var Ankara’nın, bu yüzden orada duramıyorsun zaten. Ama sen araştırıyorsan, evinde internet varsa, her şey yolunda. Bu arada artık şu Youtube
yasağını kaldırırlarsa çok sevineceğiz...

Birlikte bir proje yaptığınız Sıfır’dan Zafer Aracagök’le Ankara’da mı tanıştınız?
Evet, Bilkent’te hocamdı. Zafer hoca ilginç bir karakterdir, sürekli müzik üreten biri. Bir şekilde denk geldik, böyle işler yapmaya çalıştığımı biliyordu. “Bir takım şarkılar var, onlara vokal yapar mısın” dedi. Okuldaki ilk senemdi. Tam olarak beraber çalıştık diyemem, onun müziklerini alıp dinledim, üzerine bir şeyler yazdım ve Manhattan’da sahne de eşlik ettim. O gece Murat Ertel de çıkmıştı sahneye.

Sıfır’ın albümlerini sever misin?
Çok severim. “Alo, tren müdürlüğü mü, alo, beyin tramvayı geçirmek istiyorum” gibi sözleri var. Çok zihin açıcı buluyorum.

Şarkı sözlerin şiirden besleniyor, ama düzyazı gibiler. Nasıl yazıyorsun?
Anlatmak istediğim şey üzerinde yoğunlaşıyorum ve bunu nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum, sonra patır patır çıkıyor.

"Hayvanlar"ın ilk şarkısı "Aslında Bir Konu Var"da "yine onu vurdular / yine ona bam!" sözlerini ilk duyduğumuzda Hrant Dink'i düşündük sonra başkalarına da benzer bir çağırışım yaptığını öğrendik.
Böyle bir çağırışım uyandırması çok güzel geldi. Aslında o şarkının ana temasını "üçgen gezegenleri, meşru cinayetleri" kısmı veriyor gibi geliyor bana. Orada yanlış bir yaşama şeklini ve yanlış bir bilinci eleştiriyorum. Şarkıyı yazarken bazı mitler üzerine düşünüyordum. Piramitler, Murdoklular, üçgen şeklinde altınlar, Amerikalılar... "M.Ö. 10.000" diye bir film vardı, şu anda yaşadığımız sosyal gerçeklikle fazlasıyla örtüşüyor. Filmde, piramitlerin yapımı sırasında köleler diye bir sınıf oluşturuyorlar ve kölelere istedikleri gibi oynuyorlar, onları öldürüyorlar. Kölelere bunu yapmak meşru! Bu miti araştırıyordum o sırada. Marduk efsanesiyle ilgili de çok şey okudum. Niye varız ne oluyor, her şeyi bilmek istiyorsun bir şekilde.

"Nereden geliyoruz","ne yapıyoruz" sorularıyla ilgili misin çok?
Çok ilgiliyim. Siz hiç merak etmiyor musunuz? Marduk efsanesine göre 2012 dünyanın sonu. Yanlış olduğunu hissetmiyor musunuz yaşadığımız halin?.. Hong Kong'la ilgili bir belgesel seyrettim. Adamlar feng shui'ye göre acayip binalar inşa etmişler. Bir adam konuşuyor "her şeyi bu göle doğru tasarladık, çünkü bu göl para demek" falan diyor. Adamların tek anladığı şey bu, varolmaktan çok para mühim onlar için İroni zannettim başta. Halkın bu bilince nasıl tepki verdiği gösteriliyor, çocukların elinde plastik balonlar var, takılıyorlar. Her şey çok parlak ve çok güzel böyle bir dünyada yaşamak istemiyorum , bu bana zavallılık gibi geliyor, o yüzden tepkiliyim her şeye. Varoluşumuzu değiştirecek ne varsa onlarla ilgilenmek istiyorum. Yaşadığımız, bir geçiş dönemi. Ne tarafta durmak istediğin, neyi savunduğun çok önemli. Kimse nasıl bir dünyada yaşamak istediğiyle ilgili konuşmayacak ve zaman akıp gidecek gibi geliyor.

Geçmişe dönüp özellikle yaşamak istediğin bir dönem var mı?
Sanki daha önce hiç bu kadar çamur değilmiş dünya. İdeal bir dönem yok bence, insanın içinde yaşadığı dönem önemli. Ama 60 sonları ve 70 başları insanlar temiz hissediyorlardır kendilerini ve gerçekten çok büyük bir kanal açtıklarını çok büyük bir kanal açtıklarını fark ediyorlardır. Onun heyecanını tahmin etmek çok zevkli. O dönemde spiritüellik de artıyor. Benim için spiritüellik şimdi de çok önemli. Dünyadaki en büyük eksiklik bu. Her şey madde üzerinde , değil mi? Spirtüelliği unutturdular. Medyadan, her şeyden şikayetçiyim. Ayrıca spiritüel olmak bile grupla ilgili, mesela bir grupla yoga dersine gidiyorsun. Grup psikolojisini bir yenebilsek! Birey olduğunu unutuyorsun ve sana öğretilen bir şeyin parçası olmaya çalışıyorsun, ama niçin, orası belli değil... Aslında müzikle ilgilenen insanların içlerindeki spiritüel yanı keşfetmesi kolay. Zaten yaptığın iş spiritüellikle ilgili. Mesela davul çalıyorsun, sen ona vuruyorsun, o sana vuruyor ve bir anda müzik oluşuyor, büyüyor, büyüyor...

"Aslında Bir Konu Var" için yaptığınız klip bayağı ses getirdi.
Klibi Fatih Kızılgök çekti. Onun "Toz" adındaki kısa filmini seyredip çok beğenmiştim, gidip buldum kendisini. Klipte sanki manyetik bir alan yaratıyoruz ve insanlar uçuyor! O kadar acayipti ki, klip çekilirken bunun gerçekten olduğuna inandım. Saatlerce birbirimize değerek o oyunu oynadık. Tam havalanacağı zaman kendimi bayılacak gibi hissettim, çok acayipti. Seda İşca'nın koreografisiyle çalıştık. Teknik olarak ipler bağlandı, dansçılar iplerle çekildiler. Sonra da bilgisayarda ipler silindi ve bu hale geldi.

Şarkılarında hikâyeci bir üslup var genellikle kendi ilişkilerine dair hikayeler anlatıyorsun.
Çok fazla enerji vardı içimde, bir şey yapmaya ihtiyacım vardı. Kendi kendime yazmaya, üretmeye çalışıyorum sürekli. Sonra Emre Irmak'la karşılaştık ve Emre eski kayıtlarımı dinleyince buna bir şey yapmak lâzım dedi. Böyle hikayeler anlatasım varmış ki bunlar çıkıyor. Biraz müziğin akışına bırakıyorsun kendini. Ama bunun nasıl gideceğini bilmiyorum.

Ölüm teması çok sık geçiyor şarkılarında.
Ölüm ile sanat arasında yakın bir ilişki var. Zaten sanat, ölüm duygusunu yenme noktasında başlıyor. Bu bir itici güç. Mağaraya yapılan resimler bile ölümü büyüterek onu yenmek gibi bir anlam taşıyor. Çünkü ancak ölürsen yeniden doğabilirsin. Sanat seni soyut bir dünyaya çağırıyor. Ölmenin o kadar da ölmek olmadığını ya da insanın kendi içinde ölüp ölüp dirilebildiğini anlatı yor. Ölelim ki yeniden olalım!

Konserlerin nasıl olacak? Neye hazırlayalım kendimizi?
Ekimden sonra başlıyor konserler. Bütün düzenlemeyi tek bir set gibi, akıp gidecek bir şey haline getirme ye çalışıyorum. Moddan moda geçen bir şey değil, bittiğinde bir bütün olarak hatırlayabileceğimiz bir şey. Şarkılar tamamen başka türlü
icra edilecek. Bu albümde bu enstrümanları kullandım, ama biraz da maddi imkansızlık nedeniyle böyle oldu. Çok daha farklı enstrümanlarla renkli bir şeylerin döndüğü bir albüm olmasını tercih ederdim. O yüzden vurmalılara yönelip bazı parçalan olabildiği kadar ritim üzerinden götürmek istiyoruz.

Seyredip de unutamadığın konserler neler?
Patti Smith konserinden çok etkilenmiştim, Patti Smith sevmemek ne mümkün! Kings of Convenience konserinde de ağladığımı hatırlıyorum. Yanımda da bir arkadaşım oturuyordu, onun da gözleri doldu. Biz halliydik o konserde, gerçekten yoğun yaşadık. Rahatlamak için dans etmem gerekiyordu, kendimi sahneye atıp dansettim.

Gitarist oğlan çocukları bu işe kızların ilgisini çekmek için başladıklarını söyler. Senin öyle bir çıkış noktan var mı?
Kesin öyle içgüdüsel bir itiş olmuş tur, daha çok beğenilmekle ilgili. Şarkı söylerken çok özel bir şey yaptığımı düşünmüyorum aslında. Basit bir şey, herkes şarkı söyleye bilir ve lütfen söyleyelim, çünkü çok rahatlatıyor insanı! Ama bunu bir yaratıcılığa dönüştürmek, oturup beste yapmak başka bir şey, onu niye yaptığımı tam hatırlamıyorum. Ama şarkı söylemeye başlamak, belki de annemlerin ilgisini daha çok çekebilmek içindi. Beni çok yalnız bırakırlardı, ben de onlara süper bir insan olduğumu kanıtlamak isterdim. (gülüyor) “Siz öyle takılıyorsunuz, ama bakın ben ‘Aynı Çatı Altında ’yı söyleyebiliyorum.” O şarkıyı seviyorlardı, ben de evde söylerdim. Bir de insanlarla bağlantı kurmak için şarkı söylüyorsun, “bak, ben bir şeyler yapıyorum, sen ne yapıyorsun, bir şeyler yapabiliriz beraber” demek gibi. Ama sonra, “bir dakika durun, çekilin, beste yapıyorum, kopya çekmeyin’e dönmüş olabilir. Şaka! (gülüyor)

Mori adı nereden geliyor?
Aslında “mori” küçüklüğümden beri hep duyduğum bir laf. Anneannem Edineli. Annem, teyzemler ve onların arkadaş grubunda adım “Yasemin Mori” diye geçer. Yasemin Kız! Bir ara Jim Morrison’dan çok etkilenmiştim, Yasemin Morrison diye geçiyordu adım. (gülüyor) Sonra Yasemori’ye döndü, okulda herkes bana Yasemori derdi. Bloglarımı o isimle tutuyordum. Albüm çıkartırken, “çok net, kesinlikle Yasemin Mori’yim” diyerek bu adı kullandım. Ailenin kökenlerini tam bilmiyorum, aslında anneme sonlum, biraz anlattı, ama unuttum. Bulgaristan’dan göçmüşler. Çok da enteresan bir konu olduğunu düşünmedim nereden geldiğimin.

Sen daha ziyade insanlığın nereden geldiğini merak ediyorsun, öyle mi?
Evet, insanlık niye var? (gülüyor) Bir garibiz. İnsanlığın her şeyin üzerinde güç kurup ondan sonra da hırsla, “evet, ne yapıyorduk, niçin yapıyorduk bunu? Hmm, evet, cep telefonu için gibi bir halde olması tuhaf.

Balkanlarla, Balkan müzikleriyle hiç ilgilenmiyor musun? Kan çekmiyor mu?
Onlar beni pek cezbetmiyor, dansın bir türü gibi. Ben insanı yolculuğa çıkaran şeyleri seviyorum. Mesela Çingene ruhunu ortaya çıkartacak şeyleri severim. Ayaklarımı yere basmak istiyorum müzikal anlam da. Dünyada ritim konusunda en önemli yerlerden birinde oturuyoruz. Arkadaşım Nezih Ünen “Anadolu’nun Kayıp Şarkıları” diye bir belgesel yaptı, müthiş şeyler var.

Albümdeki şarkıların ne kadarı eski, ne kadarı yeni?
“Arjantin”le “Kuzgun” daha yeni. Diğer şarkılar da aşağı yukarı üç yıllık.

“Arjantin” şarkısının adı nereden geliyor? Ülke mi? Ankara'daki cadde mi? Bira bardağı mı? Sulandırılmış bira mı?

Emre'yle stüdyoda ritim bakıyorduk. Emre bir fikir buldu onun üzerinde bir şey çaldı ve "ne kadar Arjantin havası oldu" dedi. Benim de çok hoşuma gitti. "Bir dakika, Arjantin harika bir yer, o havayı koruyalım" diye düşündük. Arjantin'e gitmedim hiç, bir yandan Türkiye'ye çok benziyor. Arjantin'le İngiltere arasındaki savaşa dair "Fuckland" diye bir film seyretmiştim. O filmle de beraber her şey birleşti ve Arjantin üzerine bir şey söylemek istediğime karar verdim.

Albümün son şarkısı, "Bırak şu rock'n'roll'u, geceleri ve kızları" ilk gözümüzde canlanan elli küsur yaşlarında barda kız kesen bir adam...

Rock'n'roll'un içinden çıkarılamaz bir hali olduğuna inanıyorum. Sonuçta o da bir yaşam stili ama sevdiğin birinin öyle bir hayat tarzı benimsemesi olasılığından korkuyorsun "Al güzel olanları, bırakıp yalanları" da diyor şarkı. O adamlara "in aşağı, in sahneden" diyor. Rock'n'roll sonuçta hepimizin kabul ettiği çok eğlenceli bir şey. O da gelişip büyüdü, değişti, aynı kalmadı. Mesela Björk de rock'n'roll yapıyor, ama punk da yapıyor.

Punk'la aran nasıl?

Punk iyi bir şey. Ben her şeyi punk zannediyorum bu arada. Sex Pistols benim için daha az punk mesela Björk'ten. Punk benim için bir tavır herhalde.

Clash mi, Sex Pistols mi?

Clash'i çok severim. Sex Pistols'un bu tavrı yerleştirme biçimi çok hoşuma gidiyor. O tavrı alıp çerçeve gibi "işte budur punk" diye asmış gibi geliyor. Ama Clash daha dinlenesi geliyor bana. Daha melodik.

Şarkıdaki "Mutsuz Punk" sen misin?

Evet benim, buyurun. (gülüyor) Benim ama punk'ı canlandırıyorum o sırada. Canlandırdığım şey.

Şarkının sözlerinde olduğu gibi gerçekten kırmızı at çizer miydin?

Hiç kırmızı at çizmedim, ama o şarkıyı yazarken kafamda çizdim. Ben gezegenler ve hayvanlar çiziyorum ama çok garip hayvanlar.

Albümün adı neden "Hayvanlar"? Pink Floyd'un da "Animals"ı vardır.

Albümün adını koyduktan sonra fark ettim. Pink Floyd'un albümünü biliyordum tabii, ama tamamen unutmuşum. Albümün adı hayvanlardan çok içgüdüsel şeylerle ilgili.

Evde, senden 10 yaş büyük ablanın plaklarıyla çok ilgiliymişsin. Neler vardı içlerinde?

Önceleri kapaklarıyla falan ilgileniyordum. Mesela bir yerden duymuş olduğum Pink Floyd'a bu neymiş diyip bakıyordum. Ablamla aramızdaki o ilişki, bana ilkokul üçüncü sınıftayken Queen'i dinletmesiyle başladı.

Odasında poster var mıydı?

Onun odasında yoktu, ama benimkinde vardı. Küçüklük döneminde The Cure, Smiths gibi şetler daha geç dönemlerde Pink Floyd'un "Dark Side Of The Moon" posteri oldu.

Annen-baban neler dinlerdi evde?

Opera dinlerler. "Carmina Burana" falan dinliyorlardı, ben de ezberliyordum bazen... Babamlar eskiden solcu olan ve bu uğurda mücadele eden insanlar. Ama Özal'la beraber her şeyi unutmak istemişler. Evde bu konular hiç konuşulmazdı, babamın hep bir çekincesi vardı. Uzun süre ben de ilgilenmedim politikayla.

Ailede şarkı söyleyen var mı?

Babam söylüyormuş, ama biz duymadık. Annemin dediğine göre kadife gibiymiş sesi. Babamın etkisi olabilir sesimde. her şarkıya göre nasıl söylemem gerektiğini düşünüyorum, bir sürü şekilde kullanabilirsin sesini.

Sahnede hiç cover yaptın mı?

Bu zor bir şey. Çok fala şarkı seviyorsun, bir sürü şey dinlemişsin ve o şarkıları söylemek de istiyorsun... O şarkıları söylemek bana "niye kendimize ait olamıyoruz" sorusunu sorduruyor. Bence İngilizce cover yapmak kötü bir fikir. Ama o şarkılarla büyümüş, onları sevmiş bir nesildenim. O kültürün içerisinde yaşıyoruz e aslında bendeki o duygu gitgide daha çok güçleniyor. Buradan, bu taraftan alabileceğimiz neler var? Kendimden ya da topraklarımdan alabildiğim şeyleri aktarmak bana daha uygun bir şeymiş gibi geliyor. Aktarım zaten her yerde her dakika var. Bütün cover grupları bir şey çalıyor ya da yabancı bir müzik söylüyorlar. bu bana ters gelmeye başladı. Kendi kültürümden bir şeyler buldukça cover yapmak istiyorum.

Buradan kimi cover'lamak istersin mesela?

Değişik şeyler keşfetmek, bulunmamış güzel şeyleri ortaya çıkarmak istiyorum. Mesela geçen gün alevi türküleri söyleyen Hüseyin Uğurlu'yu dinledim. Adam inanılmaz söylüyor acayip punk yaptığı müzik de öyle. Dumçaka dumçaka dumçaka diye gidiyor bir başlıyor şarkı söylemeye acayip bir şey yaratıyor. Allah, diyorsun onları bulmak istiyorum çünkü onları söyliyebileceğime inanıyorum. Bir şeyi çok çılgın bir duruma sokabilirim.

Alevi türküsünü tarif ederken Batı referansıyla punk benzetmesini kullandın.

Punk Batının bulduğu bir şey değil ki. Punk ondan çok önce var. Mesela punk Hüseyin Uğurlu’nun şarkı söyleyiş tarzıdır. O tavrı Sex Pistols çok iyi canlandırdı diye onlara mal etmemiz gerektiğini kabul etmiyorum. Punk is good, punk is Turkish. (gülüyor)

Memleketten hangi grupları dinliyorsun?

Peyote’ye gidiyorum. Orada çıkan grupların hepsi heyecan verici oluyor. O ham hali bazı gruplarda çok iyi alıyorsun, tamamen müzik yapmak için müzik yapıyorlar. Amatör gruplar ilgilendiriyor beni daha çok. Türkü barlara da sık sık gidiyor musun?
Hep gidiyorum, bana açık yerler. Eğer bir şey söylemek istiyorsam, oturup Türk sanat müziği söylerim ya da ‘Haydar Haydar” mesela. Oralara gidip onları söylemeye çalışmak güzel. Çok türkü bilmiyorum, ama severim türküleri, en çok Erkan Oğur’un yaptığı türküleri biliyorum, çok değerli bir iş yapıyor. Her şeyi dinlemeye çalışıyorum. Bir insanın çok fazla şey öğrenmeden, ilkel bir şekilde müzik yapma hali beni çok etkiliyor. Evet, armoni şudur, şöyle gider, kuralları var. Ama herkes bir şeyler yapmış onlardan çok etkileniyorsun ister istemez. Ama ilkel bir insan olarak benim müzik yapma halim her şey den daha önemli. İçinden geldiği gibi müzik yapmaya çalışan insanlar beni her zaman çok etkiler. Türkü barlarda o hissi duyarsın, adam müthiş bir şarkıyı müthiş bir şekil de söyler, güzel çalıyordur bağlamasını, kaybolur içinde.

Arap müziğiyle aran nasıl? Biraz önce konserlerini anlatırken sözünü ettiğin orkestrasyon, güçlü ritmler ve vokal Arap müziğinde ziyadesiyle rastlanan bir şey.
Şu an en çok ilgimi çeken şey Arap müziği. Bu ara Ümmü Gülsüm ve Feyruz dinliyorum. Lübnan, Cezayir, Mısır... Ümmü Gülsüm çok acayip bir ses. O yol beni daha çok cezbediyor, kendimi orada çok da ha rahat hissediyorum. Orada çok ilkel bir şey yapıyorsun ve yaptıkça daha da ilkel olmaya başlıyorsun, her şey ortaya seriliyor. Rachid Taha ’nın konserine gitmiştim, çok beğenmiştim. Bu aralar Last.FM’e “Arabic beats” diye yazıyorum, oradan bakıyorum. (gülüyor)

İnternette senin için en çok kullanılan sıfatlardan biri “zırdeli”. Öyle mi diyorlar? Niye acaba?
(gülüyor) Bana hep öyle derler. “Nolur Nolur Nolur”da öyle bir “bak ben zırdeliyim” diyorsun ki, inanası olmasa da inanır insan.
(gülüyor) O şarkıyı yaparken hakikaten kendimi öyle hissediyordum. İnsan kendine “ben zırdeliyim” diyemez aslında. P dergisi geçen sayısını “Delilik ve Sanata ayırmış, sayfaları biraz karıştırdım. Delilikte bir sakınca yok. Dali galiba “gerçek bir deliyle benim aramdaki tek fark, delinin deliliğini bilmemesidir” gibi bir şey söylüyor.

Eylülde Dali sergisi açılacak. Mirö gidiyor, Dali geliyor. Ne diyorsun?
Ne güzel, keşke daha çok olsa. Hiçbirini görmeden yetişen insanlarız. Bunu grafik tasarım okumaya başladığımda hissettim. Bu yapıtların hepsini küçük kitaplardan küçük halleriyle ya da internetten görüyoruz. Resme bakmak önemli. Nasıl üretilmiş, ne boyutta yapılmış, fırça darbeleri nasıl? Burada onların hiçbirini görmeden, insanların nasıl ustalaştığını bilmeden resim yapmaya kalkıyoruz.

Hangi ressamları seviyorsun?
Van Gogh’u çok severim. Naif ve müthiş şeyler yapıyor. Edvard Munch müzesine gitmiştim, bayağı etkilenmiştim. Francis Bacon ‘ ı seviyorum. Goya’nın resimleri de çok
acayip. Her şeyi başlatan adamlar dan bir tanesi Goya. Deliliği başlatanlardan biri olabilir.
Neler okuyorsun?
Eskiden daha çok okuyordum. Edebiyattan ne bulduysam okumaya çalıştım. Thomas Mann, Dostoyevski... Son zamanlarda okuduğum Haruki Murakami de çok acayip bir yazar, duygusu müthiş.

Albümde “spoken word” diyebileceğimiz, konuşmalı, resitatif bölümler de var.
Bu işin en çok sevdiğim tarafların dan biri o. Haiku’lar da yazıyorum:
Sahneden onları okumak da güzel olur. Simdi size bir şiir seslendireceğim: “Al bir kalpak giymişti all, al bir ata binmişti allll.” Küçükken okumadım değil ‘ bu şiiri. (gülüyor) Müsamerelerde şiir okuyor muydun?
Andımızı, Gençliğe Hitabe’yi falan okumayı severdim. Mikrofona geçerdim, başlardım, arkamdan söylerlerdi: “Ey Türk gençliği”, “Eyy Türk gençliğiii”, “birinci vazifen!”, “birinci vazifeen’ Ve bir anda benim için alkışlar kopuyor. (gülüyor)

Söyleşi : Çiğdem Öztürk - Cem Sorguç
Fotoğraf : Şahan Nuhoğlu
Roll Dergi

5 Eylül 2008 Cuma

Yokuş aşağı bir rock



Yasemin Mori / Hayvanlar (Irmak)
Patti Smith geçen sonbaharda Babylon’u iki gün üst üste hıncahınç doldurmuştu. Bu durumun bir müzikal karşılığı olmasını da bekliyoruz elbette. Smith’e hayranlığını bir söyleşisinde belirten Yasemin Mori, “Hayvanlar” albümüyle içimize serin sular serpiyor. Aynı Smith gibi, onun da ağzından çıkanı kulağı duyuyor. Düzyazıya göz kırpan, spoken word’e bile gelebilecek şarkı sözleri nev-i şahsına münhasır bir kadın şarkıcı-şarkıyazarının semalarımızda uçacağım müjdeliyor. Mori sözcükleri sanki yokuş aşağı yuvarlıyor; bildiğimiz, kolay kolay tanımlanabilecek bir vokal değil bu. Myspace ad resinden dinlenebilen “Aslmda Bir Konu Var”, “Kuzgun” ve “Aptal” iştahları kabartmıştı, yer çekimine meydan okuyan klibi “Aslında Bir Konu Var” sayesinde Mori’ye iyice kulak kesildik. Albüm, sıkı bir rock’un yanısıra, deneysel müziğin sularında da tatlı tatlı yüzüyor. Mori’ nin güçlü vokali, rock’un Türkçeye ne kadar yakıştığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Nefeslilerin tempoyu artırdığı fıkır fıkır “Arjantin” ve eski bir şarkıymış gibi dile dolanan “Nolur Nolur Nolur”, Mori’nin dansseverlere armağanı. Volkan Oktem, Duman’ın en önemli yedek oyuncusu Cengiz Baysal ve Ozan Çolakoğlu davulda yer alıyorlar, bariton saksofonda Dandadadan’dan Korhan Futacı, basta Tarkan Gözübüyük var, yani ekipde sağlam. Yasemin Mori, “anlatacaklarıma giriş yaptım, gerisi gelecek” diyor. Hayırlı uğurlu olsun.

Yazı: Çiğdem Öztürk / Fotoğraf: Şahan Nuhoğlu
Express Dergisi Eylül Sayısı

Yasemin Mori'ce!

Yasemin Mori Billboard Dergi

"Aslında Bir Konu Var" şarkısıyla dikkat çeken Yasemin Mori albümü "Hayvanlar"daki şarkılarının şifrelerini Billboard'a açıkladı.


ŞARKI SÖZLERİYLE adeta hançeri göğsünüze sokuyor ve üstüne bir de 360 derece çeviriyor. Sesinin şiddetine, masum yüzü ve her an camı kıracakmış gibi keskin bakan gözleri ekleniyor. Alternatif müziğin yeni sesi Yasemin Mori şarkılarını kendi dilini kullanarak yaratıyor. Ve şimdi o şarkılarının şifrelerini Billboard okurları için çözüyor. Sizi Mori'yle baş başa bırakıyoruz.

Kendi Kaleminden

ASLINDA BİR KONU VAR
Bir huzursuzluk var.
Gülmüyorsun.Çoğu zaman
duymuyorsun ve görmüyorsun.
Üzülüyorum senin için.
Yoksa var olduğunu mu
hissetmiyorsun? Bir yolun
yokuşusun elbet ama nereden
geldiğin kayıp. Bir rüya
görmüşsün, bir düşün varmış
ya da bir hayal kurmuşsun
ve bunlar mı ne olduğunu
söylemişler sana?Bir toz tanesi.
Bir minik mikrop. yine de çok
tatlısın. Bu yüzden üzülme.
Evreni düşün. Öyle değil.
Daha iyi düşün. Masaya elini vur,
büyük bir ses çıkar. Masaya
tekrar vur ve bu ritim olsun.
Üzerinde gez ritmin ve bu her
şeyin sonu olsun.

KUZGUN
Sen bensin. Ben de senim
O da sen. Onlar da benim. Hepsi
biziz. Hiçbir şey yok.

YENİLER
Çadıra doğru yürüyoruz ve
gürültü bizi anlatıyor. Küçük
aynamız. Hızla büyüyen, hiç
soru sormayan. Işıldıyor.
Ne kadar parlak ve güzeliz.
Buralara ateşten mi gelmiştik?
Yoksa güneşten mi? İnliyor
şarkısı. Hiç soru sormuyor. Gök
kubbe açılıyor. Ayaklarımız vardı.
Ayaklarımızsız artık
tarifsiz bir yükselişin içindeyiz.
Milyonlarca eşsiz kelebek bize
eşlik ediyor.. Neler diyorum
ben? Yoksa biz de mi sadece
birer kelebeğiz. Olamaz! İşte
oluyor. Heeeey!


ARJANTİN
Mayıs güneşi. Bir bayrağın
üstündeyiz. Mavi gökyüzü,
bulutlar beyaz. Yükseliyoruz.
“Bizim silahlarımız onların
zaferini büyütür, hadi bir yemin
edelim ve burası bağımsızlığın
ve özgürlüğün evi olsun” diyor
kırmızı şapkalı bir adam
. Gümüşten topraklarımızın
gümüşü buyurun sizin olsun,
rengarenk verimli topraklarımız
bize kalsın. Boyasını bugün
yüzümüze süreriz, coşkuyla
dans ederiz. Çünkü bizim
ayaklarımız çıplak! Altın rengi
topraklarımız. Kıpkırmızı
kilden topraklarımız. Üstünde
yeşerttiğimiz uygarlığımız
ve yemyeşil ağaçlarımız.
Bunların ne işlere yaradığını
bilemezsiniz! Beyhude çabanıza
bakınca size ancak gülebiliriz!

NOLUR NOLUR NOLUR
Üzgünüm bugün biraz
terbiyesizliğim üzerimde.Çok
sıkılıyorum da. Her şey olması
gerektiği gibi. Neredeyse
ermek üzereyim. Uuuf çok
sıkılıyorum. Lütfen, lütfen bir
şeyler olsun. Cam göbeğinden
parlak bir koro bana eşlik etsin!
Yangınlar yansın! Masmavi
halimizle cehennemin orta
yerine düşelim! Borazanlar
çalsın! Hey vay canına! Sen ne
zaman geldin? Baksana istersen
bu oyunu oynayabiliriz.
Dur kaçma. Duuuuur!!!

APTAL
Deniz; muhteşemler ve aptallar
diye ikiye ayırıyor. Buna
gülüyoruz. Eninde sonunda
muhteşemler de aptal; aptallar
da muhteşem. Gerçekten
bazen arada tek bir fark bile
göremezsiniz çünkü inanın siz
de muhteşem bir aptalsınız!

KONUŞMAK
Konuşmaya utanmıyorsun!

MUTSUZ PUNK
Sonu su, çölün. Ve dalgalar
kırılıyorlar. Gülmekten!

BIRAK BU ROCK’N ROLL’U
Evet, bırak.


Zeynep Ç. Yayınoğlu / Billboard

4 Eylül 2008 Perşembe

Little woman takes giant steps in debut

One of this year’s brightest newcomers on the Turk music scene, Yasemin Mori, draws pbudits for her originallty, whkh can be found n many aspects of her music - from her awkward album title, trans as ‘Anima to her cleverly written lyrics

She may look like a sweet 19-year-old giri, but Yasemin Mori is not interested in singing ear-candy pop songs.

She is completely on the forefront of pop music’s frontiers, defying that genre’s number one rule by writing her own songs. But that is stili aimost nothing compared to other main assets that place her far out of the mainstream and make her one of the finest newcomers on the Turkish altemative rock music scene.
Take this example: There is not a single photograph of her in the record sleeves of the debut record “Hayvanlar.”




Enlightnment

But that may not be a surprise for someone who admits to having passed her early teens with music “that had an attitude.” The 25-year-old clearly recalis the day when her elder sister gave her Queen’s “Bohemian Rhap sody,” which was nothing short of a moment of enlightenment for her life.
That magnum opus opened a whole new door to Mori, who started to hsten to music unstoppabiy after that.
Following a chain reaction, she moved to The Cure, and the knot slipped on. “1 continued from English music and lis tened to [punk and gothic rock giant] Siouxsie . the Banshees,” she told Turkish music monthly Blue Jean.
“Then 1 found [former singer of The Smiths] Morrissey and that Manchester connection led me to [post-punk pio neer] Joy Division.” Obviously, the Manchester music scene had an impact on Mori like nothing else. “It feeis like a box was opening when you discovered Manchester,” she expiained. “Then came a moment when 1 didn’t just want to be a listener and formed my band.”
However, her first band had to dissolve soon due to a simple rule:
“No guys allowed.” “We had that
‘girl-band’ principle but couidn’t make music much be cause there was attitude but no music,” she said.
In her record she often succeeds in merging music and attitude, not forgetting to add bright ideas. Her record title, “Hayvanlar,” translated as “Animais,”
is telling: She feels that what makes humans so uncomfortable in modem life is that people lost their ba sic instincts and connecti on with life in the civilization process and became severeiy dif ferent from animais.

A modern way

“I want animais; animais are good,” she said. While her record is filled with lines based on relationships, loneliness and other issues of modem life, Mori’s road to being an acclaimed artist was paved in a modem way.
When she put her songs on the popular social network MySpace, she started to have a fan base. “That was something I wanted very much,” she said. “Basicaliy, you are doing [music] because you want to share it with people.” Mori must be thankful that now she is sharing her music with thousands.

Turkish Daily News

3 Eylül 2008 Çarşamba

“Albümü yaparken kendimi öldürdüm”

Yasemin Mori - Milliyet Sanat Dergi
“Albümü yaparken kendimi öldürdüm”

İlk şarkısı "Aslında Bir Konu Var" internetten yayılıp ünlü olan Yasemin Mori, nihayet beklenen albümü "Hayvanlar"ı çıkarttı. Albüm, sözü ve müziği Mori'ye ait dokuz parçadan oluşuyor.

ALBÜMÜN kapağından tutun da müziğe, sözlere, vokale kadar her şey o kadar oturaklı ki, karşılaştığımız zıpır, hatta hiperaktif gencecik kadının bu albümü çıkardığına pek ihtimal veremiyoruz. Neredeyse, “Hadi ama bu şaka biraz uzadı Yasemin Mori gelsin de konuşalım” diyesi geliyor insanın. Tabii o kadar da densizlik etmedik. Yasemin Mori çok samimi ve ilk albümü” Hayvanlar” ı konuşurken kendini bir kaptırıyor, tutabilene aşk olsun. Konuşurken bazen “Hadi gedelim” gibi cümleler kuruyor. Tamam desek gerçekten kalkıp gidecek. Allah’tan olmaz deyince o da kalıyor ve arada şarkılarını söyleyerek, gülerek, elini kolunu nereye koyacağını bilmeyerek konuşuyor. Bütün sıkıntısı, yaptığı albümü ve kendisini yanlış anlatmamak. Kolay değil elbet, İki senelik bir emek var ortada. Öte yandan liseden beri devam eden bir müzik tutkusu. Ankara ‘82 doğumlu olan Yasemin Mori, “Lisede gruplarda söylüyordum ve müzikte bir şeyler yapabileceğimi anladım. Onu fikir olarak kabul ettim ve üniversitede grafik tasarım okudum. Grafik tasarım çok gene aslında. Bölümde sanat tarihi ve sanatın bütün dalları ile ilgili dersler vardı. Grafik sanatçısı olacağımı düşünmedim. Sanat tarihini bir öğreneyim diye uğraştım” diye anlatıyor.

Daha sonrasında da Bilkent’te Grafik Tasarım Bölümü’ndeki bitirme projesi için bir şarkıyla birlikte kendi çizimlerinin olduğu bir tasarım yapmak isterken Emre Irmak’la tanışmış. O dönemde de İtalya’ya Fabrika’ya gideyim, orada hem tasarım hem müzik hatmederim diye düşünüyormuş. “Ama Emre’yle çalıştıkça burada bir şey üretebileceğimi anladım ve kalmaya karar verdim” diye devam ediyor. Ankara’dan karmaşık şehir İstanbul’a geliyor. “Hayvanlar” çıkmadan önce internetten “Aslında Bir Konu Var” şarkısı yayıldıkça yayılıyor ve genç hanıma haklı bir şöhret ve hayran kitlesi kazandırıyor. Ve “Hayvanlar” la bu şöhret iyice yayılacak. Biz de bazen anlaması zor olan şarkıları ve sözlerini takip ederek sorduk, soruşturduk.

Albümde öyle bir şarkı yok ama ismi “Hayvanlar”, hayırdır?

Hayvanlar bana ayakları yere basmakla ilgili bir fikir veriyor. Daha içgüdüsel ve sezgisel davranmayı düşündürüyor. Bu davranışın bizim devam edebilmemiz için önemli bir şey, doğal olduğuna inanıyorum. Bir yandan da hayvanlar çok güzel yaratıklar. İnanılmaz tonları var, inanılmaz bir uyum içerisinde yaşıyorlar. Her şeye karşı çok uyumlular, doğayı çok güzel kullanıyorlar. Bu bana çok güzel geldi. Hayatımı hep bunun üzerine kurmaya çalışıyorum. Çünkü doğal yol bu. Ama bir taraftan da çok modern bir dünyanın içindeyim. Yani ben bunları gördüm, bunları yaşadım ve olduğu gibi anlattım albümde.

Aslında Bir Konu Var”. Nedir konu?

Bir konuya girerkenki rahatsızlık aslın da. Böyle bir giriş asla iyi bir konuyu tartışmayı getirmez. Aynen şarkıda olduğu gibi, çünkü şarkının ilerisinde görüyoruz ki dertli biri var. O konu da aslında benim için şöyle: İki taraf var, biri sağ biri sol mesela. Aslında bakarsak hep iki taraf var, iyi kötü, ying yang vb. Bu ikilik bizi var ediyor. Bun dan dolayı acı çekiyoruz. Bir yandan da bizi var eden şey bu. Bunu alıp bunla devam etmek gerek diyorum. Çok acı çektirdiler evet ama ayakta ve iyi durumda kalmayı becerebiliriz.

Kuzgun”: “İçinde neler var, dünyada üzülmeye değer ne var?” Bir tür nihilist bakış değil mi bu?

Yok nihilist değil. Aslında dünya üzgün olunacak bir yer demeye çalışıyorum. Kabul etmişlik durumu. Dünyada üzgün olmaya değer ne var, evet bir sürü şey var ve ben bunları kabul ediyorum ve teslim oluyorum. Üzgün olmayı kabul edebiliriz, o kadar da kötü bir şey değil. O da bir duygu durumu. Bir problemimiz var, herkes mutsuz ve bir şeylerin yanlış gittiğini düşünüyor ama oradan bir çıkış yolu olmalı. Ben kendi adıma bir çıkış bulmaya çalışıyorum ve bunu başkalarına da hissettirmeyi istiyorum.


“Hayvanlar” / Yasemin Mori Irmak Plak



Albümde bir sürü yerde ölüm ve ölü geçiyor.

Daha geniş bakabilmek için, kendini öldürmen gerekiyor. Ben ikilem yaşarken hep kendimi öldürmeye çalışıyorum ve yeni bir şekilde doğup, yeni biri olup, başka türlü bakıp insanlara öyle bir şey sunabilirim diye düşünüyorum. O yüzden kendimi öldürüyorum ama her zaman yapacak mıyım bilmiyorum. Bu albümü yaparken kendimi sıklıkla öldürmek zorunda kaldım. Ölüm süreci, senin içinde yaşayıp bitirdiğin bir şey olsun diyorum.

Arjantin”: “İlk insanlar gibi butları sıyırdılar”. Ne işiniz var Arjantin’de?

Emre lrmak’la stüdyoda müzik yaparken, bir tını bastı ve “Aa Arjantin gibi oldu” dedik. Arjantin ne kadar bize yakın bir yer diye düşündük, sosyal olarak. Bunu tartışmaya başladık. Ben de orayla ilgili güzel bir şey söylemek istedim. Arjantin’de ne oluyor diye düşünüp onun üzerinden yazdım. Aslında bütün dünyadaki sömürü sistemini düşündüm ama bir tek Arjantin’i kullandık şarkıda.

Aptal”: “İnsanlar biraz vefasız, biraz unutkan ve aptal”. İnsanlara aptal demek ayıp değil mi?

Hiç utanmadım! Bu çok naif bir şarkı aslında. Çok kırılmış bir insanın o kırıklığını anlatmaya çalışması. Hep beraber aptalız ya da ben aptalım diyor. Kendimin de aptal olabileceğimi kabul ediyorum. O şarkıda ben kendimi aptal gibi hissettiğim için kendime konuşuyorum. O aptal dediği insanlar onu bir şekilde kırmışlar, yani vefasız da olabiliyor insanlar.

Mutsuz Punk”: “Öyle zor öyle zor geliyor ki her yeni gün”. Daha çok erken değil mi?

Mutsuzluk da hayatın bir parçası ve bu şarkılar da tam da öyle hissettiğim bir an da yazıldı. Ama sürekli mutsuz değilim. Yeni gün için hiçbir sebep bulamazken yazmıştım şarkıyı ve daha sonra bu şarkının varlığıyla bir sebep bulmuş oldum. Şarkıya sarıldım yani. Biraz iniş çıkışlı, biraz fazla ruh halliyim yani. Ama ben bunu daha çok yaratıcılık için kullanıyorum. Yani bir albüm yapıyordum ve anlamam gereken her şeyi şimdi anlamalıydım. Kendini toprağın altına göm, oradan çok az bir güneş gelsin, o zaman güneşi nasıl anlatırsın ve onu yaz dedim kendime. Bütün duygularımı anlama süreci gibiydi yani.

Bırak rock’n roll’u”.

Rock’n roll yapmak eski bir fikir. Geceler ve kızlar da eski fikirler. Başka bir şeyler daha var ve onlar daha önemli. Mesela sanatın kendisi, onu anlamak ve ona yaklaşmaya çalışmak. En iyi şey dünyada bilginin üst üste konması ve paylaşılması. O yüzden bırak rock’n roll’u, gel başka şeyler düşün diyorum ve kendime de söylüyorum bunu tabii ki. Albümü de bu şarkıyla bitirdik zaten.

Grafik tasarımla müzik nasıl birleşiyor? Müzik tasarlanabilir mi, daha çok hislerle ilgili değil midir?

Müziği görsel bir şey gibi düşünüyorum. Müzik kesinlikle hissi bir şey. Ama hissi şeyi yaparken de onu tasarlayabilirsiniz. Mesela vokal yaparken inişlerini çıkışlarını, nasıl bir his vermek istediğimi de ta sanıyorum. Müzikte her şeyin dengede olması da bir tasarım. Koyu renk bir sesiniz varken araya açık renkler atmak, o sesi boyayabilmek ve o dokuyu oluşturmak tasarım benim için.

Albüm çıkar çıkmaz “Genç kadın ozan” denmeye başlandı.

Ozanlık bayağı büyük bir iş. Çok güzel ama insan mesela ozan olma yolunda ilerlemeyi seçebilir. Bu çok uzun bir yolculuk olduğu için, ben şu an o yolculuk süreci hakkında bilgisizim. Çıktım ve keşfederek bulmaya çalışıyorum. .

***


Milliyet Sanat Dergi / Nazan Özcan

Dergiye bir göz atmak için E mecmua