Yasemin Mori, dört yıl aradan sonra ‘Deli Bando’ isimli ikinci albümüyle
müzik yapmaya devam ediyor. Mori, “İlk zamanlar kök salmadan uçmak
istedim. Şimdi toprağa sağlam basıyorum ve böyle uçmak daha keyifli”
diyor.
Yasemin Mori’nin ilk albümü ‘Hayvanlar’ı yayınlamasının
üzerinden dört yıl geçti. Şarkı söyleme tarzı, müziği, sözleriyle farklı
bir renk olan Mori, ilk albümü büyük ilgi görse de aslında daha fazla
şey yapmak istediğini fark etmiş. Kendini eksik, tamamlanmamış hisseden
şarkıcı, bu dört yıllık arada eksikliklerini tamamlamak üzere çalışmış.
Kendi içinde derin bir yolculuğa çıktığını söyleyen Mori, şarkılarını
yeni ekibiyle tamamen akustik kaydetmiş. Mori ile içsel yolculuğunun
sonuçlarını ve yeni albümü ‘Deli Bando’yu konuştuk.
- İlk
albümünüzle farklı bir çizginiz olduğunu gördük, ilgi de gördünüz ama
sonra ortadan kayboldunuz. Yeni çıkan bir isim için ikinci albüm arası
biraz uzun olmadı mı?
O gümbürtüyle devam edip klipler
çekip, çalıştığım kişilerle bir albüm daha yapsaydım, kendim için yanlış
bir şey yapmış olacaktım. Müziğin canlı kaydedilmesini, müzisyenleri
tek tek tanımayı, onlarla aynı sularda yüzüp müzisyen kafasıyla bir işe
yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum. İlk albümde Emre Irmak ile
birlikte farklı yollara girdik. Değişik şeyler denedik. Güzel bir uyum
yakaladık. Ama Emre beni, bir yandan işin ticari kısmına da itiyordu.
Müziği bulmak istiyordum. O yüzden durdum ve bekledim.
- Yani ilk albüm başarılıydı ama siz memnun değil miydiniz?
Memnundum. Ama kafamda çok daha fazla ses duyuyordum. Çok daha büyük
durumların içinde olmak istiyordum. Emre, haklı olarak işin piyasada iyi
olması için çok sıkıştırdı. Çok emek verdi. Ama ben kendimi daha
bulamamış ve tamamlamamıştım. ‘Hayvanlar’ albümünde bir çığlık, bir
arayış var. İyi sözler yazdım, iyi müzik yaptım ama o sırada bunun devam
etmesini sağlayacak durumda değildim.
- ‘Deli Bando’ isimli ikinci albümünüzü çıkarmaya karar verene kadar neler yaşadınız?
Müzisyenlerle tanıştım. Onlarla toplanıp denemeler yaptık ama hiç kayıt
yapmadık; kayıt, o anı yaşamanızı erteleyen bir şey. Belli bir zaman
sonra, yaptığın işin farkına vardığında ve rahatladığında yapmalısın
bunu… Korhan Futacı’nın atölyesinde Avrupa ve ABD’den gelen
müzisyenlerle beraber çalıştık. Güzel deneyimler yaşadım, kendimi
yoğurdum. En sonunda “Şimdi hazırım ve kendim için bir şey yapabilirim”
dedim.
DÜNYAYLA BÜTÜNLEŞTİM
- Ne anlatıyorsunuz bu albümde?
İnsanların yaşadığı var oluş kavgasında benim bulduğum çıkış yerlerini
anlatıyor. Her şeyi kabul edip bu dünyayı iyisiyle-kötüsüyle ayırmadan
zevkle, olduğu gibi hissetmeyi anlatıyorum. Her şey olduğu gibi güzel.
İlk albümde “İnsanlar acı çekiyor! Görmüyor musunuz? Bu yanlış!” diye
haykırıyordum. Bu yeni albümde dinleyenleri hiçbir şeyin kölesi olmadan,
kendini dinlemeye davet ediyorum. Ben bunu yaşadım. Özgürleştim;
toprakla, dünyayla bütünleştim ve bu noktada çok daha kendine inanan bir
insan oldum.
- ‘Gerenimo’ şarkısını hangi ruh haliyle yazdınız?
Gerenimo, son Kızılderili. Savaşıyor. Eline silah almak zorunda kalmış.
Silahlı bir fotoğrafı var; çok ironik. Barışçıl bir toplumun, eline
silah almak zorunda kalması çok korkunç bir durum. ‘Gerenimo’,
Kızılderililerin, bu güne kadar kıyılmış bütün toplumların, dünyada
bilinçli olarak yok edilişlerine dokunan bir şarkı. Hepsini çağırdım.
Hepsi geldi. “Ben seni tekrar yaşatmak istiyorum” dedim. Onlar da kabul
ettiler ve bu şarkı çıktı.
- Peki, ‘Muşta’ şarkısı...
Ne yapman gerektiğini, sürekli dışarıdan sana söyleyen insanlar var.
Oysa ki sen biliyorsun; toprağa değdin; köklerine inmeye çalışıyorsun.
Sen bildiğin halde, o insanlar sana “Bu böyle olmalı, şu şöyle!” diyor.
Her alanda bu muştaları sana geçirmeye çalışıyorlar. Ben bununla dalga
geçerek yazdım ‘Muşta’yı.
- Dünyaya ait olmadığınızı söylemiştiniz. Durum hâlâ aynı mı? Yoksa alıştınız mı dünyaya?
Amy Winehouse gibi, 27 yaşında yok olup giden insanlardan olabilirdim.
Kendimi o kadar rock’n roll hissetmiyorum, ben başka bir yerden geldim.
Öyle yapamazdım. Ama burada durmakla ilgili çok zorlandığım zamanlar
oldu. Kabus gibi geçti yıllarım. Bu dünyada olmakla ilgili
zorlanıyordum. Sonra “Bir dakika! Buradasın, demek ki bir şey var. Ya
cezalandırılıyorsun ya da bu sınavı vermen gerekiyor. Bir misyonun var.
Yaşamak zorundasın” dedim.
ZOR BİR İNSANDIM
- Peki, nedir misyonunuz?
Kendi adıma misyonum insanlığımı keşfetmek. Bilincin sınırlarını
zorlamak. Evren çok boyutlu. Bunlar şaka değil. Metafizik ve ruhani bir
durum. Güçlü olmak lazım. Yaptığım işte misyonumsa insanlara eğlenceli
bir gösteri sunmak. Belki kimileri benim şarkılarımı depresif buluyor.
Benim şarkılarım ‘karnavalla karışık bir drama’. Sadece kendi kendine
ağlayan biri değil. Biraz düğün-cenaze, biraz doğum-ölüm. Hayatın
sirki.
- Metaforlar kullanıyorsunuz. Belli bir kesim
bunu anlarken, diğer taraftan bazılarının “Bu ne diyor?” deyip geri
duruyor olabilir mi?
Şarkı sözlerimin yürekten geldiğini
anlayan her insan sorgulamadan hisseder. Kelimelerle değil, hisler
aracılığıyla konuşmak istiyorum. Bir kamyon şoförünün bu albümü alıp
uzun yolda dinleyip, bunu anlamayacağını zannetmiyorum.
- Her şeyi sorgulayan birisiniz... Peki bu durum aşk hayatınızı etkiliyor mu?
Genel olarak zor bir insandım. Her şeyim zordu. Bunu şimdi törpüleyip
daha uygar hale getirebildim. Eskiden ‘ben’ odaklı yaşıyormuşum. Bunları
fark ettikçe hastalıklarımdan kurtuldum ve daha uyumlu oldum.
İlişkilerimde de artık uyumluyum. Sevgili durumlarında da artık hiç
kimsenin benden sorunu yok.
- “Drama var” diyorsunuz hep. Bir drama kraliçesi olduğunuzu söyleyebilir misiniz?
İşte o durumlardan sıyrılmaya çalışıyorum. İyi bir insan olmak
istiyorum. Drama kraliçesi olarak yaşamak yorucu, takıntılı olarak boşu
boşuna enerjinizi kaybediyorsunuz. Ağlayıp, depresif hallere bürünerek
harcadığım enerjiyi koruyup, daha iyi bir şey için harcayabilirim.
- Geride bıraktığınız Yasemin Mori’de ne görüyorsunuz?
Sorunlu gençlik (gülüyor). Şaka bir yana, o Yasemin çok çabalıyordu. O
zaman bir devrim yapabileceğimi, insanlarda ve kendimde bazı kapıları
açabileceğimi düşünüyordum.
- “Zamanında çok uçmuşum, şimdi ayaklarım yere basıyor” mu diyorsunuz?
Ayakların tam yere basmadan bir uçmaymış o. Fikirlerimle uçmaya
kilitlenmiştim. Bir noktadan sonra tıkanıyor. Orası öyle sonsuz
uçabileceğin bir âlem değil. “Sen daha yere basmadın, köklerini
salmadın” telkininde bulundum ve “Ondan sonraki uçuşun daha güvenli
olacak” dedim kendime.
- Hiç televizyon izlemezmişsiniz. Bir gün oturup, “Bir bakayım neler var?” demediniz mi hiç?
2-3 aydır televizyonu açtım. Saba Tümer izliyorum. Dizi izleme kafasına
gelemedim ama. O kadar dayanamıyorum. Filmleri bile zor izliyorum.
- Peki, Türk müzik kanallarını izliyor musunuz?
Bakıyorum. “Bu müzik mi?” diyorum. Beyindeki ur gibi. Bir şey kapalı kalmış ve aynı şey devam ediyor…
- Ama öyle bir piyasa içinde albüm çıkarıyorsunuz. Var olmak, ayakta kalmak gözünüzü korkutuyor mu?
İyi işin kalıcı olacağına inanıyorum. Neşet Ertaş ilk zamanlarında
kendi kendine bozlakları yakıyor; sonraları, yavaş yavaş insanların
dikkatini çekiyor. O haykırışı duyanların sayısı artıyor ve stadyumları
dolduruyor. Bu bir örnek. Demek iyi olan her şey bir şekilde insanların
kalbine değiyor ve ayakta kalıyor.
Serhat Tekin - Akşam Pazar 14.10.2012
self portrait
14 yıl önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder