Yasemin Mori'nin Açık Radyo'da katıldığı programın bir özeti sayılabilir.
12.11.2012 tarihli "Yerli" programını buradan dinleyebilirsiniz.
Yasemin Mori, 4 yıl aranın ardından öyle bir albümle çıkageldi ki, kayıtsız kalmak zor. Kalmayın da zaten. Senenin en iyi albümlerinden biri Deli Bando. Üzerinde çok düşünülmüş, çok çalışılmış, çok iyi hazırlanmış. Kendisiyle bu müzikal değişimi, albümün sözlerini konuştuk, deştik becerebildiğimizce. Bu önemli albümü anlatırken, önemli şeyler söyledi Yasemin. Buyurunuz…
Söyleşi: Tayfun Polat
Bu aralar bütün albümlerin başına geldiği gibi senin albümünde acayip gecikmeyle çıktı. Hatta Ocak ayında lansmanı yapılmış olmasına rağmen, albüm kasım ayında çıktı. Neden böyle oldu?
Türkiye’de bağımsız bir şekilde müzik yapmak çok zor. Plak şirketi bulmak çok zor. Plak şirketleri bu dönemde bizi çok oyaladı aslında. Görüşmeler yapıyoruz, her şey olacak gibi, imzaları atıyoruz –ama böyle korkunç sözleşmeler, onlarla debelenmeler-, “Hayır, bu şirket aslında doğru bir şirket değil,” deyip vazgeçmeler, albümü biz kendimiz çıkartalım kafasına dönmeler, aynı zamanda benim müzikal olarak da bazı şeylerden tam emin olmayışım… Mesela Boğaziçi Caz Korosu albüme son anda dâhil oldu, lansman konseri sayesinde onlarla böyle bir proje benim aklıma geldi. Konsere kattıkları enerjiyi duyup, ayrı ayrı tanışınca, onların da albüme girmesini istedim. Böyle bir şeyi istemek biraz pahalıya ve zamana mal oldu. Ben her şey tam istediğim gibi olana kadar vazgeçemiyorum. Daha önce yayınlasaydım, bana göre daha eksik bir albüm olacaktı, ben insanlara tekrar merhaba demek için hazır olmayacaktım. Bir şeyler tam rayına oturmamıştı benim kafamda. Her şey havadaydı. Derken böyle uzadı. Ama hayırlısı oldu. Her şeyin kendi zamanı var. Ama birazcık da kurcaladım işi.
Ama bu senenin en iyi albümlerinden biri oldu. Önceki albümle aralarında 4 sene var ve pek de kıyaslanabilecek bir albüm değil. İlk albüm büyük bir popülarite yakaladı, samimi sözleriyle olsun, tavrıyla olsun. Bağımsız sayılabilecek bir kulvarda gitmesine rağmen çok fazla insana ulaştı, beğeni topladı. Ama ikinci albümde bayağı başka bir kafa var. Aradaki 4 sene nasıl geçti?
Albümü çıkarıp kendimi sahalara attım. Bir grup kurdum. O grupla beraber yavaş yavaş müzikal deneyler yapmaya başladık. Meraklı bir insanım aslında. Müziğe karşı. Daha doğrusu, gitgide daha da öyle olmaya başladım. İlk albümün kayıt süreci zordu benim için. Grup yoktu ortada. Emre Irmak’la beraber oturup bir kafa birliği yaparak, neredeyse bütün albümü bir bilgisayar başında bitirdik. Daha sonra çalındı. Aslında böyle yapılmasının o zaman da yanlış olduğunu düşünüyordum. Çünkü ben müzik yapmak istiyordum. Biriyle yan yana oturup bilgisayara bakmak istemiyordum. Ama bu, beni müziğe karşı daha inançlı kıldı. Kendime karşı da. Çok büyük bir güven verdi. Önümde bir yol belirtti. O albüm olmasaydı büyük ihtimalle bu kadar cesur cümleler kuramayabilirdim. O yüzden o sıradaki o duruma uydum ve ona saygı gösterdim. Ama bir grupla bir araya gelince müziğin ne kadar daha uçuk bir şey olabileceğini, ne kadar daha renkli bir şey olabileceğini, kişilerin teker teker bir araya gelip birbirlerine ekledikleriyle, o anın ruhuna koydukları seslerle, sadece varoluşlarıyla bile, müziğin çok değişebildiğini, çok daha metafizik boyutlara ulaşabildiğini gördüm. Ve oralarda deneyler yapmak istedim. Gidip de şarkıları sadece oldukları biçimiyle çalmak dışında bir müzik duyuyordum kafamda ve oraları aşındırmak, oralara değmek istedim. Başta her şeyi bozduk, neredeyse zorlayıcı diyebileceğimiz sesler ortaya koyduk, bir ara her şey birbirine karıştı. Birileri öyle bir eleştiri yazmıştı; sesin gürültüye dönüşmüş ve artık koca bir titreşim olarak var olduğu bir şey. Bana da öyle geliyordu. O titreşim beni çok etkilemeye başladı. Bunu aramaya ve yol almaya başladım. Bir şeyi merak edince evren karşınıza o meraklarla ilgili çeşitli yollar sunuyor. Çekimler oluyor. O yollara girmeye başlıyorsunuz, o yollar başka yolları açıyor. Böyle böyle birçok yola girdim. Korhan Futacı ve Barlas Tan Özemek ile tanıştım. Önce Korhan ile tanıştım. Ve onların müziği beni çok etkiledi. Bir şekilde çok benzer bir yaklaşımımız var aslında. O çok daha ilerdeydi benden. Ben de onlarla tanışınca bütün karagözlülüğümle -çok da bilinçli bir şekilde değil belki, o kadar büyük bir arayışım vardı ki, benzer noktalara değiyordu-, yepyeni bir ortama girdim. Müzisyenlerimi buldum. Beraber, aynı yolda yürüyebileceğim insanları bulmanın savaşını veriyordum. Grubumdaki müzisyenler de iyiydi ama bir türlü onlarla o birleşmeyi yaşayamıyordum. Korhan ve Barlas ile tanıştığım zaman, bir anda onlar çok büyük bir yer açtılar bana, kendi hayatlarında. İlk albümle onlarda bir etkiye yol açmışım. Onlar bana kapılarını açtılar. Ben belki tam hazır değildim onların o harika dünyalarına giriş yapmaya. Yavaş yavaş müziğin nasıl olması gerektiğiyle ilgili fikirlerim oluşmaya başladı. Onlar benim ustalarım oldular, bana çok şey gösterdiler. Beni insanlarla tanıştırdılar. Daha büyük müzikler yapabilmek için hisler, daha evrensel müzikler yapabilmek için yollar belirdi kafamda. Böyle böyle, ben biraz kendi gerçeğimden uzaklaştım. Daha doğrusu kendi gerçeğimi keşfetmek için bir yola girdim. Ve o yoldan, ancak şimdi çıkabildim işte.
Popüler müzik refleksleriyle dinlendiğinde kesinlikle içine girilemeyecek bir albüm. İlk albümdeki bazı şarkılarla kendini özleştirmiş dinleyicilerin de çok rahat içine girebileceği bir albüm değil. Çok deneysel bir albüm. İki şarkı haricinde nakarat yok. Şarkı trafikleriyle bile alakasız bir yerde duran bir albüm. Başka bir yol olduğu, uğraşıldığı çok belli. Sözleri ayrıca konuşacağız ama albümün müzikal olarak nasıl bir albüm olacağının kararları nasıl alındı?
Valla, bu sürecin kendisiydi aslında. Çok bilinçli kararlar yok. Sadece yazılan şarkılar, benim kafamda yavaş yavaş beliren fikirler, başka bir yola doğru gitmek için bir çaba… Popüler müzik refleksinin insanı çok gerilettiğini düşünüyorum. İlk albümde bile ben çok daha cesur şeyler yapmak istiyordum, çok daha çılgın fikirlerim vardı. Ama Emre’yle birlikte fikirler birleştirilince daha popa yakın bir albüm oldu o.
Şarkı formatı vardı…
Aslında burada da şarkı formatı var ama ben artık şarkı formatı ne demek falan, öyle şeylerden çok uzaklaştım. Format ne demek? Müzikle ilgili herhangi bir kısıtlama saçma gelmeye başladı. Dinlediğim müzikler, etkilendiğim müzisyenler… Free jazz yüzünden oldu galiba hepsi (gülüyor). Bu Korhan’ların çok içinde bulunduğu ve Atölye’de (Korhan Futacı, konstruKt vb. grupların çalıştığı, çaldığı stüdyo) yediyirmidört, sürekli bu tarza yönelik çalışmaların olduğu, ne bileyim şamanların gelip bir şeyler yaptığı, Sun Ra Arkestra gibi çok önemli bir grubun gelip müzik icra ettiği bir ortamda öyle bir şeyler yaşadım ki, müzikle ilgili bütün fikirlerim alt üst oldu. Zaten çok yerleşik bir fikrim yoktu açıkçası. Müzik bence sonsuz, boyutsal, çok yönlü, ucu çok açık, her yere gidebilecek bir… bir… Buralardan bakmaya başlayınca, cazın çok etkisinde kaldıkça, müziğin formunun olmadığını, sadece coşkusunun, güzelliğinin, sevgisinin ve insanlarla beraber bir şey düşlemenin, hayal kurmanın oyunu olduğunu fark ettim. Kendime bir kısıtlama koymadım, bu yüzden de böyle bir albüm dinliyoruz. Mesela “Deli Bando” şarkısını ilk albüm çıktıktan bir yıl sonra yazmıştım ve buydu. Bir şey anlatmak istiyorum. Bunun için illa o küçük sözler, illa o aralara gelen nakaratlar, a, b, c falan demek ayıp geliyor bana. Bence öyle olmamalı, sürprizlerle dolu olmalı. Müziğe bir matematik formülü gibi davranıldığında bence müzik size küsüyor. Ve size hep aynı şeyi veriyor. Aynı denklemin sonucunu veriyor sürekli. Ama bence o sonuç sizi hiçbir yere götürmüyor. Bunun içinde zamansal bir boyut oluşmuyor. Bu yüzden ben müziğin bana söylediği şeyi, içimdeki sesi dinledim ve duyabildiğim kadar bana hükmetmesine izin verdim. Ortaya böyle bir sonuç çıktı. İleride çok daha yeni bir şeyler yapmak istiyorum. Bu benim için çok yeni, bir başlangıç gibi geliyor.
Sözlere gelmek istiyorum. Neredeyse düz metin şiirler gibi yazılmış sözler var. Dolayısıyla şarkısözü yazma anlamında da özellikle dikkat edilmesi gereken bir albüm. İçerik olarak ise, sanki bir druid kadını yazmış gibi. Marion Zimmer Bradley adında feminist bir fantastik yazar var, Avolon’un Sisleri diye bir serisi vardır. Paganların Hristiyanlaştırılması dönemini kadın gözüyle anlatan bir seridir. Bu seriyle çok yakın geldi sözler. Sonra Ursula L.Guin’in Atuan Mezarları’ndaki kadın hallerini hatırladım. “Yerdeniz” serisinin kadın tarafından bakan 2. kitabı. Bayağı bir pagan durumu var gibi. Doğa var, animist durumlar ve feminist durumlar var sözlerde. Hatta Eduardo Galeano’nun Kucaklaşma’nın Kitabı’nda bir satırı vardır; “Bir kadının yanında yatıyorum, bir uçurumun yanında yatıyorum,” diye. Erkek egemen dünyayı huzursuz edecek sözler var. Sadece müzik endüstrisinin reflekslerine değil, gündelik hayattaki reflekslerimize karşı da çığlık atan, kadınsı sözler var. Bana bunları hissettirdi. Şiir olarak da çok beğendim. Sen neler söyleyebilirsin sözlerle ilgili?
Sen o kadar güzel söyledin ki benim söyleyebileceklerimi. Bahsettiğin yazarları takip edeceğim. Biraz kadınsızlıktan dolayı bu erkek egemen düzenin insanları yozlaştırdığını düşünmeye başladım. Aslında erkeklerin de, kadınların da çok önemli bir varlığı var. Paganizmde ya da şamanizmde kadın egemen bir toplum olduğu tartışmalı ama sanki daha mutlu olunabilecek bir ortam olabilirmiş gibi geliyor kadın egemen düzende. Çünkü kadınlar dünyayı erkeklerden başka türlü algılıyorlar. İki cinsin beraber yarattıkları bir güzellik var. Ama bu “içine alma” durumundan dolayı, başka türlü bir güzellikleri olabilir kadınların diye düşünüyorum. Erkeklerin motivasyonlarıyla kadınların motivasyonları farklı. Kadınların kozmik dengeye daha yakın olabileceklerini düşünüyorum. Kaosun sebebi erkeklerin –aslında kadınlar için- birbirlerini yemesi mi acaba diye de düşünüyorum bazen.
Sonuçta başımızdaki bu musibetleri yaratanlar da erkekler, sanayi toplumunu, kapitalizmi… Ağır kapitalist bir dünya içerisinde yaşıyorken de, böyle doğaya dönük sözlerin, hem de kadın tarafından bakan sözlerin önemi var…
Bu toplumda yaşamak çok zor. Bu dünyada var olmak çok zor. Doğaya saygı gösterilmeyen bir evrende yaşamayı insanların içine sindirebilmesi bana çok acayip geliyor. Her bir ağaç bu kadar değerliyken, ağaçları böyle bir anda kesip yerine başka bir şey koyabilmek nasıl bir kendine güvendir. Belki de bir kadın olarak bunlara çok daha hassas yaklaşıyorum. Hayal kuruyorum, insanların yönetilmediği, bütün gerçekleri, bütün bilgiyi edinebilecekleri bir hale gelmelerinin. Bu bilgiler çok uzakta değiller. Sadece çok fazla saklanmışlar ve gerçekten bu erkek egemen toplumu kurarken çok büyük oyunlar oynamış. Her şeyi kıymışlar, ağaçları, kadınları… Düşünsenize, İsa’nın yanında Meryem’in varlığı kabul bile edilmiyor. Sanki bir fahişeymişçesine algılanıyor falan. Oysaki büyük ihtimalle onların aralarında çok acayip başka bir denge var.
Doğadaki bazı otları şifa niyetine kullanıp insanları sağaltan kadınları cadı diye yakan bir düzen, din bu…
Evet, çok yanlış şeyler oluyor. O yüzden tersine bakıyorum diyorum ben. Aslında bu dünya tersine. İşte Galeano’nun kitabı, Tersine Dünya. Bu kadar tersine çevrilip de insanlara verilen bir dünyanın ben de tersine döndüm ve oradan bakmaya başladım. Ve başka bir düzlemde, o gerçek hâlâ olduğu için, oradan beslenebiliyorum.
Bir de, ben hep erkekler arasında çalışıyorum. Müzik yapan çoğu insan erkek. Onlar da erkekliklerini unutmuş insanlar, gerçekten erkekler belki de (sanatla uğraştıkları için). Ama yine de erkek hegemonyasının yüksek olduğu bir ortama kendimi dâhil ettim. Çok zor zamanları da oldu benim için. Ama bir usta buldum kendime, bir şan hocası, çok güçlü bir kadın –eski kadınlar gerçekten çok daha güçlüymüş-, ismi Efsun, kendisi de efsunlu gibi, acayip bir kadın. Bir şekilde benim hayatıma kadınlar gelmeye başladı yavaş yavaş. Çok yakın arkadaşlıklarım oldu. O kadınlar sayesinde ben tekrardan kadın olmanın önemini anladım. Aslında kadınlara en güzel aktarım yapabilecek olan yine kadınlar. Erkekler arasında erkek erkeğe muhabbetin durumu başkadır, kadınların muhabbeti de başka.
Herkese sorduğum kısmı sana da sorayım; bu kadar uğraştınız ettiniz, albüm çıktı ve şimdi internette her yerde var. Bu konuda neler düşünüyorsun? Download kültürü biraz da metayı değersizleştiriyor ya…
Valla n’apalım, olan olmuş. Tabii ki çok doğru değil. Keşke üzerinde bu kadar seneler harcanmış, kafalar yorulmuş, emekler harcanmış şeylerin değeri daha iyi bilinebilse. Ben çok şey beklemiyorum açıkçası bu konularla ilgili. Aman dinleyin, nasıl dinliyorsanız dinleyin, ama dinleyin. Gözünüzü, kulağınızı, kalbinizi açın da dinleyin. Alıp da dinlemek daha keyifli bir şey olsa gerek. Hem içini karıştırabilmek için, iyi stereo’lardan dinleyebilmek için -mümkün olabildiğince iyi stereo’lardan dinlensin isterim. Ama olmuyorsa da, nereden dinlerseniz dinleyin, güzel bir halle dinleyin. Umarım yansır çalışmalarımız, emeklerimiz. Gerçekten çok kafa patlatıldı bu albüme. Herhangi bir şey yapmaya çalışmadık. Hakikaten dolu dolu yolculuğun en güzel halini, size meyvenin en güzel haliyle sunmaya çalıştık. Güzelleşin istiyoruz, ben güzelleşeyim istiyorum önce. Sonra etrafımdaki insanlar, sonra onların etrafındaki...
KargaMecmua Ocak 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder