25 Haziran 2013 Salı

"Hiç ölmeyecek gibi nasıl yaşanabilir ki?" B:ra Dergi Röportajı


Yasemin Mori yıllar önce kendisini sahneye attığı Kings of Convenience konserinde başlayan gizli/gizemli yükselişi 2008 tarihli Hayvanlar albümü ile iyiden iyiye ivme kazanmıştı. Punk makamından deli dolu çalıyordu orada burada. Arkasından delisi kaldı, dolusu arttı ve yaklaşık üç yıllık stüdyo arasının ardından geçtiğimiz aylarda Deli Bando isimli ikinci albümüyle bu kez başka telden güzellikler getirdi bizlere.

Röportaj: Eray Aytimur
Fotoğraf: Gürcan Öztürk

Deli Bando'da delibozuk Yasemin'e Ediz Hafızoğlu (davul), Baran Say (kontrbas), Barlas Tan Özemek (gitar), Can Çankaya (tuşlu çalgılar), Korhan tutarı (soprano ve tenor saksafon), Hakan Çimenot (trombon) ve Ertan Şahin’den (suzafon) oluşan son derece usta bir cazcı kadrosu eşlik ediyor. Yasemin Mori ile 2011’in güneşli bir bayram günü iki deli olarak başlattığımız Deli Bando sohbeti 2013’ün karlı bir gününde son buldu. Tarihin en uzun zamana yayılmış bu röportajı da bir kez daha gösterdi, deliye her gün bayram.

Biz seninle en son geçen sene kasımda röportaj yaptık ama albüm çok sonra çıktı. Niye gecikti?
Gecikmedi. Her şey çok zamanında gidiyor. Piyasa içi bir şey döndürmek için o zaman bu zaman değil, her şeyin kendi zamanında olması gerektiğine inanıyorum. Kendime dönüşümümü sağlamam gerekiyordu Hayvanlar’dan sonra o çarkın içine girip bir albüm yapsaydım da olurdu ama ben bütün algımı başka bir boyuta taşıdım. Eğer insanların ilgisiyle müzik yapmaya devam edersem ne kendimi ne insanları değiştirebileceğimi anladım. Bu kadar el üstünde tutulurken ve pohpohlanırken "Bu değil, bu değil, bu da değil" diyerek albüm yapmaktan daha önemli şeyler olduğunu keşfettim. Bundan sonraki hareketlerim daha seri olabilir. Eskiden ürettiğim şeyin bende tam olarak dönüştürücü bir etkisi olmuyordu.

Gerçek müziğin insanlara ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Müziğin olayı arayıştır.
Müzik bir derya ve düşün ki, sen bir yere tutunmuş orada duruyorsun. Oradan gitmemeye çalışıyorsun. Bunun müziğin doğasına aykırı olduğunu düşünüyorum. Umarım insanlar o doğayı keşfeder.

O dönüşümle birlikte sound da değişmiş. Artık bu klasmanlar anlamsız ama bir müzik markete girdiğinde isimlerine en çok caz rafında rastladığımız müzisyenlerle çalıştın.
Caz da diyemeyeceğim de benim ve çaldığımız müzisyenlerin hayallerinin birikimiyle çıktı tamamen. O yüzden tek bir şey söyleyemiyoruz, rock veya caz gibi. Biraz kırma. O kadar çok şeyden besleniyorsun ki, bir noktadan sonra o beslendiğin şeylere referans verebilmek bile çok güç oluyor. Bundan sonra belki şunu denedim, bunu denedim diyebileceğim işler olabilir ama bu albüm onu yapan ruhların bu ana kadar biriktirdiği bir sürü şeyden yoğunlaştı.

Alternatif sözcüğüne nasıl bakıyorsun?
Ana akımın dışında kalan insanlar demeye çalışıyorlar alternatif derken. Ana akım başka itkilerle devridaim yapan bir şey. Ben onu sevmiyorum zaten, insanın kendi kendini değiştirerek evrenini genişletebileceğini düşünen bizim gibi insanlar ana akıma daha uzak kalmış oluyorlar. Belki bir noktada hepsi birbirine yaklaştığında ana akım o olacak. Gerçek müziğin insanlara ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Müziğin olayı arayıştır. Müzik bir derya ve düşün ki, sen bir yere tutunmuş orada duruyorsun. Oradan gitmemeye çalışıyorsun. Bunun müziğin doğasına aykırı olduğunu düşünüyorum. Umarım insanlar o doğayı keşfeder.

90’larda Türk pop onun da iyice laçkalaştığı zamanlarda sen miniktin. “Abone" dansı filan yapıyor muydun sen de?
Hiç farkında değildim vallahi Türk popunda neler olduğunun. Çünkü ablam konusunda çok şanslıyım Onun arşivinde Yellow Jackets’tan tut John Coltrane'e kadar her şey var. Benden 10 yaş büyük. Onun odasından sızan bir müzik vardı. Ben onun hayranı ve hastasıydım. Onlar genç, kızlar toplanıyor, gitar çalıp sevgililerinden bahsediyorlar. Ben tek başımayım yan odada kafayı yiyorum. Allah'tan paralel hatlar vardı da o paralelden konuşmaların dinlerdim. Ama bir ablanın yapmayacağı şeyler yaptı benim için. Ankara'nın o kar kışında dolmuş sırası bekler, beni koroya götürür sonra alırdı. Baleye götürürdü, çok kutsal bir insandır kendisi.

Albüme ismini veren parçadan biraz ayrıntılı bahsedelim yine, "Deli Bando" deli deli bir şey.
Albümün belkemiği gibi, ortasında çıktı "Deli Bando". Aslında çok önceden tasarladığım bir parçaydı ama doğru parçalar birbirini bulunca gerçek bütünlük oluştu, "Deli Bando" neredeyse bir günde çıktı. Evet, bir acayip oldu. Konserlerde çalmaya başlayarak şarkının esasına ulaştık. Benim de ikinci grubumla bir konserler serisi yapabilme şansım oldu kayda girmeden önce. Sahnedeki performansı kayda nasıl geçirebileceğimizi anlamak için iyi bir fırsattı. Benim bir yolculuğum, Korhan (Futacı) ve Barlas'ın (Tan özemek) ise ayrı bir yolculuğu var. O yolculuğun hangi noktalarda kesiştiğinin keşfini yapabilecek uzun zamanımız oldu. Bu şarkı nerede olduğumuz ve nereye gittiğimiz konusunda bir kırılma noktasıydı ve bundan sonra her şey daha kolay oldu. Hepimizin hayatını etkilediği için bu şarkıya ister istemez güvenmeliyiz.



Korhan ve Barlas’ın varlığı albümü nasıl etkiledi?
İlk albümün çıkışından beri müziğin ne ve nasıl olması gerektiği konusunda fikir alışverişi halindeyiz. Müziğin ustaları, püf noktaları ve çeşitli hassasiyetleri var. Onun ne olduğu konusunda gözümü açtıran onlar oldu. Benim bildiğim ama artık unutmaya yüz tuttuğum fikirleri tekrar canlandırdılar kafamda. Neden müzik yapıyorum? Bunun anlamı ne benim için? Müzik niye yapılır? Bu sanatın incelikleri neydi? Sanat, müzik ya da herhangi bir şey için onun özüne temas edip orada zaman geçirmen gerekiyor ki, devam edebilesin bu işi iyi bir şekilde yapabilmeye. İlk albümün son konser döneminde karakterim o kadar sivrilmişti ki, kendimle ilgili birçok şeyi değiştirmek zorunda kaldım. Çünkü süreci tıkayan bir şeydi.

Buna kendi aramızda "Aydınlanma Çağı" dedik ya, fikirlerinle birlikte dinlediklerin nasıl değişti?
Bir kere konsantrasyonum yükselince müzikler de büyüdü. Hep dünyadan müzikler dinliyordum zaten. Yine caz dinliyordum ama şimdi çok daha fazla algılayabiliyorum. Eskiden benim için bir oyun alanıydı.
Şimdi daha fazla analiz edip zevk alabiliyorum. Dinlemenin önemini kavradım. Açıkçası ben en çok caz dinliyorum ama caz derken esas siyahî müzikten hoşlanıyorum. Müziği en iyi onların anladığını düşünüyorum. Rock dinlemeyi bıraktım. Britpop, Britrock ve televizyonlarda gördüğümüz müzik biçimleri benim için değerini kaybetmeye başladı.

O müziği seviyorum, bu müziği seviniyorum diye biz dinleyici kanadında yorumlar yaparken peki sen hangi dinleyiciyi seviyor hangisini sevmiyorsun?
Herkes dinleyici olabilir. O müziği gerçekten yaşamak istiyor mu istemiyor mu? Aşırı derecede Amerika'da ve İngiltere'de üretilen müzikleri tüketmeye yönelik insan biçimi var. O bana çok sıkışık ve tekdüze geliyor. Benim de gençken sadece Britanya müziklerine zaman ayırdığım oldu. Cazın emprovize çalımlarına insanların yakın olması hoşuma gidiyor. Ben oralardan besleniyorum. Sahnedeki halime tavrıma, hayatıma yansıyor.

Bu söylediklerin albüme bir güzel yansımış.
İyiye ve güzele doğru gitmek isteyince oluyor. İnsanlar niye daha iyi hayaller kurmuyorlar? Saflıkla, iyilikle yapınca oluyor. İnsan çok enerjik bir varlık, çak güçlü. Müzik ise sonsuz. Benim asla ulaşamayacağım derya müzisyenler var. Onların farkı ne? Daha çok istemişler, uğraşmışlar. İyiye daha meyilli olmuşlar. İnsanların biraz iyi şeylerle kafaları doldurmaları gerektiği konusunda kendimde bir sorumluluk hissediyorum. Nereden bakarsan bak, en kötü haliyle bile insan inanılmaz bir kaynak. İnsanın çok değerli ve çok değersiz olduğunu Öğrenmesi gerekiyor. Korkulacak bir şey yok.

Hayvanlar albümü ortaya çıktığında rock insanı olarak tanındın. Bu albüm seni o hâlinle benimsemiş olanlarınla aranda bir mesafe yaratmayacak mı?
Sanmıyorum. Sonuçta rock kökenli biriyim. Cazcı değilim. Henüz insanların bilinç düzeyiyle ilgilenmem beni rock'çu yapıyor. Cazcı dediğin bunları aşmıştır. Müzikle ilgili çok farklı bir evrededir. Belki her şeyi çalarak değiştireceğini de bilir. Ben zaten nasıl cazcı olayım? O başka türlü bir yoğunluk. Ama caz çalan insanlarla birlikte olmak müziğin gerçeğine ulaşmak adına çok güzel.



"Muşta" epey sevildi değil mi?
"Muşta" canı yanan bir savaşçının hikâyesi gibi geliyor bana Aslında bu sürecin ne kadar zor olduğunu anlatıyor. "Yapamıyorum, niye böyle oluyor' demeden bu zorluğu yaşayabilmek... Ben depresyona çok meyilliydim. Yine çok etkileniyorum ama artık bir şekilde dengeleyebiliyorum. "Muşta" da bütün bu sürecin, "albüm yapmak kadar manyakça saplantılı bir dönem yoktur"un yansıması. Dünyaya kesinlikle adapte alamadığını dönemde hep müziğe bel bağladım. Müzik dışında çok arayışı olan biri değilim. Psikolojik olarak gereken sürece karşılık geliyor herhalde "Muşta". Zor bir şey ama bunu kaldırabilirim, daha iyisini yapabilirim hissi.

Görünüşe bakılırsa Erasmus'un ifadesiyle, güneşe fenerle bakanlarımızdan biri değilsin artık.
İnançların, aklın ve sağduyunun, değerlerin aynı anda hâkim olabildiği bir dünya düzeni gerçekleşecek mi bilemem ama insan bunu hiç değilse kendisi için isteyebilmeli. Konularımız ancak nasıl yönetileceğimizle ilgili değildir. İyiliğin özünde sadece âtıllık olmadığından birilerinin bahsetmesi gerekiyor ki, insanlar ne yapıyorsa yapsın.

Tam da buradan "Geronimo"ya geçelim. Serpil Barlas’ın bir zamanlar yaptığı Kızılderili içerikli muhabbetleri bir adım öteye taşırsak, Kızılderililer sence nasıl bir toplum?
Konuştuğumuz her şey "Geronimo’da gizli. Küçükken Saklıkent'e gitmiştik. Orada mükemmel bir gün geçirdikten sonra çıkıştaki alabalık çiftliğinde alabalıkların nasıl öldürüldüğünü gördüm. Ağlamaya başlayıp saatlerce süren bir olay çıkardım. Hayata ve insanlara karşı bir tepkim olmuştu böylece. Nasıl insanlar ne kadar çabuk unutuyor? Amerika'nın gerçek sahibi olan Kızılderililer son damlalarına kadar yok edildi. Ve tıpkı benim gibi, Amerika'da yaşayan birilerinin de her gün onları düşünüp titremesi gerektiğini düşünüyorum. Kızılderililer, hayvanların iyilik ve bilgeliğinin insanda vücut bulduğu topluluk. İnsanın o kadar güzel olması mümkün değil ama Kızılderililer bunu başarabilmiş. "Ah Obama" diye kendinden geçiyorsun, iPhone alıyorsun, Twitter'dan mesaj atıyor, yani kapitalizm içinde yaşıyorsun tamam, ama toplumların nasıl bu sistemlere girdiğini bilmek gerekiyor "Geronimo" bizim zorla içine çekildiğimiz savaşı temsil ediyor. Barışçıl bir toplumun bile elinde tüfekle resmedilerek düşürüldüğü ikilemin temsili "Geronimo". Ama onu öldüremezsiniz, çünkü o insanların kafasında yaşıyor ve saflığı anlatıyor. Benim kahramanım ve hepimizin de kahramanı olsun istiyorum.


B:ra - Bira Kültürü Dergisi - Sayı 3
Mart  2013

12 Haziran 2013 Çarşamba

Keşkeler Çirkin


İstanbul Bilgi üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi ile Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi son sınıf öğrencileri İstanbul, İzmir , Ankara, Bursa, Adana ve Samsun'da toplam 485 genç insan ile bir araya geldi, atölyeler yaptı ve her gençten cümle aldı. ''Keşkeler Çirkin'' Bu cümlelerden yola çıkarak Yasemin Mori ve liseli genç insanların imecesiyle doğdu. 

Müzik: Yasemin Mori, Barlas Tan Özemek ve Korhan Futacı
 Kayıt: 29,30. 05.2013 - Atölye

7 Haziran 2013 Cuma

Yasemin Mori & Boğaziçi Caz Korosu - Geronimo

Yasemin Mori'nin Boğaziçi Caz Korosuyla çıktığı Kınalı Ada gezisinden Geronimo... 

Yasemin Mori feat Boğaziçi Caz Korosu / Geronimo  (13 Ocak 2013)
Gitar: Barlas Tan Özemek
 Akustik bas: Gökhan Şahinkaya
Vurmalı çalgılar: Berke Can Özcan, Masis Aram Gözbek
ve Boğaziçi Caz Korosu

***

Yönetmen
Levent Sevi
Yapımcı
Levent Sevi & Asena Bulduk
Ses & Mix
Yiğit Yemez
Görüntü Yönetmeni
Silvyo Behmoaras
Kurgu
Emir Yargın & Levent Sevi
Proje Asistanı
Selen Erkal & Korcan Atalay