8 Nisan 2015 Çarşamba

Konular, mekanlar sonsuz... | Babylon Dergi Röportajı

Röportaj: Cem Kayıran

Fotoğraf: Aylin Güngör

Stil: Ece Özel

Babylon Dergi Sayı 27 - Mart/Nisan 2015


Yasemin Mori, 2012 yılında yayınladığı ikinci albümü Deli Bando’nun ardından geçtiğimiz ay yeni albümüyle karşımıza çıktı. Edebiyat göndermeleri ve müzikal yeniliklerle dolu on şarkılık albüm, Finnari Kakaraska ismini taşıyor.

Albümün yayınlanmasıyla birlikte soluğu Yasemin Mori’nin yanında aldık, albümü masaya yatırdık ve Finnari Kakaraska’ya benzer şekilde, rengârenk bir fotoğraf çekimi yaptık!



Bana kalırsa ilk iki albümünden de izler taşıyan ama kendine has bir dil de geliştirebilen bir albüm olmuş Finnari Kakaraska. Parçalar nasıl bir ruh hâliyle, nasıl bir dönemde yazıldı? Albümün ilk parçacıklarını dinlerken kafanda canlanan hâliyle sona ermiş hâli arasında ne gibi benzerlikler, farklılıklar vardı?

Şimdi geriye dönüp düşününce şarkıları son derece keyifli bir hâlde, oyun oynar gibi yazdığımı fark ettim. Evde bilgisayar başında trompet, klavye ve loop processor ile sadece melodilerin akmasına, ortaya çıkmasına yarayacak altyapılar kaydedip sözlerle hayal gücüme sığınarak yaptım şarkıları. Sonrasında kaydettiğim eskizleri albümün prodüktörlüğünü yapan Can Çankaya’ya yolladım. Can her şeyden önce inanılmaz iyi bir dinleyici. Şarkıların gerek melodik yapısında gerekse sözlerinde gizli olan tüm şifreleri çözerek şarkının özüne inebiliyor. Can’ın bu özelliğine güvendiğim için onu düzenlemeler konusunda tamamen serbest bıraktım ve sonuçlar her defasında beni şaşırttı. İlk yaptığım demolardaki naif duyguyu koruyarak çok hassas tasarlanmış düzenlemeler yaptı, bu sayede bütün yaratım sürecinin izlerini şarkının en son hâlinde duyabiliyorsunuz.

Finnari Kakaraska’yı ilk dinlediğimde dikkatimi çeken detaylardan biri şarkılardaki “serbestlik” hissiydi. Özellikle vokallerinde ve ritmik katmanlarda bir salınmışlık var gibi geliyor bana. Bu aslında şarkı yazımında çok riskli bir unsur olabilecekken bütünlük fazlasıyla da korunmuş albüm genelinde. Senin için Finnari Kakaraska’yı en iyi tanımlayacak sıfatlar neler? Neden?

Şarkı yazarken kendimi bir hikâye anlatıcısı olarak görüyorum. Konular, mekânlar, sonsuz... Dolayısıyla serbest bir yazma tekniğim var. Bu serbest yazım tekniğini birebir olarak müziğime de uygulamanın peşindeyim, hissettiğin şey bu olabilir... Albümü en iyi tanımlayan sıfat “Finnari Kakaraska” bence. Orası benim düşünce dünyamda, öte diyarda bir âlem. Bu dünyadan izler taşıyor. İyi ve kötü arasındaki dualite orada da mevcut... Şen şakrak ama dramatik, mazlum ama cesur da. Orada maddeden manevi olana, taştan ruhani olana doğru durmayan bir döngü var. Dönüşüm çok daha hızlı olduğundan daha büyülü. Gerçeküstü bir dünya olduğu için daha az acıtıyor.

Albümün kayıt sürecinden biraz bahsedebilir misin? Nerelerde kimlerle yapıldı kayıtlar?

Deli Bando'dan beridir beraber çalıştığım Barlas Tan Özemek, Gökhan Şahinkaya, Berke Can Özcan ve Can Çankaya ile iki haftalık bir prova sürecinden sonra şarkılar kusursuz çalınmaya başlanmıştı. Hayyam stüdyolarında Can Aykal, Sinan Sakızlı ve Feryin Kaya ile 10, 12 günlük bir çalışma neticesinde Finnari Kakaraska'yı kaydettik. "Kim Var" ve "Kanatları Gümüş Yavru Bir Kuş"u ise daha sonra Babajim stüdyolarında kaydettik.


Finnari Kakaraska’nın prodüksiyonunda Can Çankaya ile çalıştınız. Can’la aranızdaki müzikal iletişimi, onun şarkılarına olan yaklaşımını nasıl yorumluyorsun?

Can’ın hem çok yoğun bir müzikal birikimi hem de yoğun bir duygu dünyası var. Şarkılarıma çok büyük bir nezaketle yaklaştı. Müzikal fikirlerimi koruyarak, hikayelerin ortaya çıkartacak düzenleme fikirleriyle geldi. Beni derinlemesine anladığını, söylediğim sözleri, anlattığım hikâyeleri özümsediğini düşünüyorum, müzikte bunun yansımalarıyla hep karşılaştım. Su gibi aktık.


Albüm isminden şarkı sözlerine bir çok edebiyat göndermesi dikkat çekiyor. Senin için şarkılarda yer verdiğin kitaplar, yazarlar ne ifade ediyor? Müziğin ve onlar arasında nasıl bir ilişki görüyorsun?

Çocukluğumun olayıdır okumak... Yazıyor olmayı da buna borçluyum. Hayal dünyamı canlandıran, beni toplumca kabul edilmiş değer yargılarından uzaklaştıran, gizli kalmış, insanların konuşurken ya da yaşarken ortaya çıkartamadıkları içsel, düşünsel bilgilere ulaşmak müthiş bir şey. insanın doğasını daha iyi tanımaya çalışmaktan zevk alıyorum.

Ellerimin Karası”nda beni yazmaya iten Andre Gide mesela, onun romanlarında hep günah çıkartılması gereken bir yüzleşme, bir itiraf vardır. “Bu gölgeler güneşin mürekkebi” sözünü ise direkt Appoloniare’den aldım...

Bitli Kaptan”da Halikarnas Balıkçısı’na selam ediyorum, Aganta Buruna Burinata! “Nedir acaba bu yıldızlar? Göklerde mısır, buğday patlatıyorlar galiba” dizelerindekine benzer bir espri var tüm şarkıda.

Önceki İki albümünün aksine, yeni albümünde tuşlu çalgıların biraz daha ön planda olduğunu söylemek mümkün. Seni bu değişikliğe iten ne oldu?

Rüyalarımda piyano çaldığımı görüyorum... Çok müthiş bir piyanistim başka bir paralelde. Beni açan, iyi hissettiren bir enstrüman... İlk albümde de piyanoyla çalışmıştım ama orada gitar sesi daha baskın kalmıştı... Can’la Dell Bando'nun ilk konserlerinden bu yana beraber çalışıyoruz ve piyano çalışına da hayranlık besliyorum. Albümü beraber yapmaya karar verdiğimizde piyano işin çok önemli bir parçası oldu.

Kapanış şarkısı “Kanatları Gümüş" sözleri Nazım Hlkmet’e ait olan bir şarkı. Ve albümde bir yaylı triosu ve piyano eşliğinde özel bir yorumla yer alıyor. Bu şiirin albümünde yer atmasına nasıl karar verdin? Genel olarak albümün konseptiyle nasıl bir ilişkisi olduğunu düşünüyorsun? 
Bu şarkıyı ilk duyduğumda günlerce aklımdan çıkmadı. Şarkının bir bölümü Nazım'a dair bir belgeselde geçiyordu, şarkıyı arayıp taradım ve sonunda bulduğumda söylemek cüretini göstermek istedim. Nazım Hikmet sözlerini yazmış aynı zamanda Mes'ut Cemil'in bir bestesi. Tanburi Mes'ut Cemil hem Türk müziği hem de Batı müziğine çok hâkim bir bestekâr. Döneminin çok ilerisinde. Evrensel tüm ruhlar birleşmiş âdeta bu şarkıda. Münir Nurettin Selçuk’un yorumunu tüm insanlığın duyması gerekiyor diye düşünüyorum. Bu parçayı yapmak istediğimi söyleyince Can, şarkıya ruhunu üflemiş bu eşsiz sanatkârlara ithafen. şarkının orijinal yapısını bozmadan modern klasik müzik disiplininde bir düzenlemeyle ele aldı.



Bir de önceden Ajda Pekkan'dan duyduğumuz, sözleri Fikret Şeneş e ait olan “Gel"in yorumu yer alıyor albümde. Şarkıyı İlk kez dinlediğin zamanı hatırlıyor musun? Bu şarkının albüme giriş hikâyesi nedir?

2013'te bir ara Ajda ya fena takıldım. Durmadan şarkılarını dinliyordum ve sesine ve şarkı söyleyişine detaylıca kaptırmıştım kendimi. Gerçekten inanılmaz bir şarkıcı ve 70’lerde çok iyi kayıtlar yapmış. “Gel"'i de o dönem keşfettim, bayıldım şarkıya sonra konserlerde çalmaya başladık.


Albümün ilk klibl “Oyna Martı Jonathan" İçin çekildi. Fazlasıyla renkli ve hareketli bir kllp. Kllbln fikri kimden çıktı? Başka kllp fikirleri var mı hâlihazırda? Biraz ipuçları alabilir miyiz?

"Oyna MJ” geçen senelerde ilk albümü beraber yaptığım Emre Irmak'ın stüdyosunda
takılırken ortaya çıktı. Afrika müziklerindekilere benzeyen yuvarlanan sözlü bir vokal attım ortaya ve Emre nin çok hoşuna gitti ve o da bir şeyler kattı.

Albüm kayıtlarında Berke üst üste perkusyonlar kaydederek Afro Anadolu bir ritim altyapısı oluşturdu. Ülkenin durumu belli, karanlık hisler biraz dağılsın, biraz esneyelim istedim. Kahramanlaştırdığım Martı Jonathan’ı Gezi dirilişine katkıda bulunan insanlarla özdeşleştirdim. Kafamda dolaşan fikirler vardı... Oynayan, dans eden insanlar, sürekli değişen renkler, desenler ve kıyafetler, en az Martı Jonathan kadar toplumun dışında kalmış ayrıksı ve uçmayı bilen karakterler...

Günlerce klibi nasıl gerçekleştirebileceğimi düşünürken bir gece ansızın yönetmen arkadaşım Bora Tarhan’ın evinde buldum kendimi... O sırada Peru’dan henüz dönmüştü ve orada çektiği fotoğraflardan bir sergi yapmak için çalışıyordu. Fotoğraflarda Peruluların yaşam biçimi çok ilgimi çekti rengârenk kıyafetler, doğaya olan müthiş bağlılıkları, çocuklann dahi yüzlerindeki anlamlı bakışlar...Tum bunları görünce doğru yerde olduğumu anladım. O noktadan sonra Bora bütün projeyi üstlenerek en iyi takımı kurdu ve klibi çekti.

Albümü dinler dinlemez canlı performansının nasıl olacağına dair bir merak uyandı içimde. Hem “Kadınlar", “Bitil Kaptan" gibi yapısal olarak hareketli ve dinleyiciyi de İçine çekebilecek şarkılar hem de “Kim Var? ", Elim Tetikte" gibi daha farklı kompozisyon fikirleriyle, bir ses enstalasyonu gibi kurgulanmış şarkılar var albümde.
Konserlerle ilgili ne gibi ipuçları verebilirsin?


Canlı performanslarda seyirciyle aramda bir denge bulmayı çok önemsiyorum. Dinleyicinin katılımcı olduğu, şarkılara eşlik ettiği bölümlerle, daha sanatsal, müzisyenlerin kendilerini ifade ettiği, dışavurumcu ya da içsel bölümlerle harmanlamak, kendi dünyam ile hepimizin dünyası arasında bir köprü işlevi görüyor. Dahasını merak edenlerle konserlerde buluşalım...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder