14 Ekim 2012 Pazar

Karnavalla karışık drama ‘Deli Bando’

Yasemin Mori, dört yıl aradan sonra ‘Deli Bando’ isimli ikinci albümüyle müzik yapmaya devam ediyor. Mori, “İlk zamanlar kök salmadan uçmak istedim. Şimdi toprağa sağlam basıyorum ve böyle uçmak daha keyifli” diyor.

Yasemin Mori’nin ilk albümü ‘Hayvanlar’ı yayınlamasının üzerinden dört yıl geçti. Şarkı söyleme tarzı, müziği, sözleriyle farklı bir renk olan Mori, ilk albümü büyük ilgi görse de aslında daha fazla şey yapmak istediğini fark etmiş. Kendini eksik, tamamlanmamış hisseden şarkıcı, bu dört yıllık arada eksikliklerini tamamlamak üzere çalışmış. Kendi içinde derin bir yolculuğa çıktığını söyleyen Mori, şarkılarını yeni ekibiyle tamamen akustik kaydetmiş. Mori ile içsel yolculuğunun sonuçlarını ve yeni albümü ‘Deli Bando’yu konuştuk.



- İlk albümünüzle farklı bir çizginiz olduğunu gördük, ilgi de gördünüz ama sonra ortadan kayboldunuz. Yeni çıkan bir isim için ikinci albüm arası biraz uzun olmadı mı?
O gümbürtüyle devam edip klipler çekip, çalıştığım kişilerle bir albüm daha yapsaydım, kendim için yanlış bir şey yapmış olacaktım. Müziğin canlı kaydedilmesini, müzisyenleri tek tek tanımayı, onlarla aynı sularda yüzüp müzisyen kafasıyla bir işe yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum. İlk albümde Emre Irmak ile birlikte farklı yollara girdik. Değişik şeyler denedik. Güzel bir uyum yakaladık. Ama Emre beni, bir yandan işin ticari kısmına da itiyordu. Müziği bulmak istiyordum. O yüzden durdum ve bekledim.

- Yani ilk albüm başarılıydı ama siz memnun değil miydiniz?
Memnundum. Ama kafamda çok daha fazla ses duyuyordum. Çok daha büyük durumların içinde olmak istiyordum. Emre, haklı olarak işin piyasada iyi olması için çok sıkıştırdı. Çok emek verdi. Ama ben kendimi daha bulamamış ve tamamlamamıştım. ‘Hayvanlar’ albümünde bir çığlık, bir arayış var. İyi sözler yazdım, iyi müzik yaptım ama o sırada bunun devam etmesini sağlayacak durumda değildim.

- ‘Deli Bando’ isimli ikinci albümünüzü çıkarmaya karar verene kadar neler yaşadınız?
Müzisyenlerle tanıştım. Onlarla toplanıp denemeler yaptık ama hiç kayıt yapmadık; kayıt, o anı yaşamanızı erteleyen bir şey. Belli bir zaman sonra, yaptığın işin farkına vardığında ve rahatladığında yapmalısın bunu… Korhan Futacı’nın atölyesinde Avrupa ve ABD’den gelen müzisyenlerle beraber çalıştık. Güzel deneyimler yaşadım, kendimi yoğurdum. En sonunda “Şimdi hazırım ve kendim için bir şey yapabilirim” dedim.

DÜNYAYLA BÜTÜNLEŞTİM

- Ne anlatıyorsunuz bu albümde?
İnsanların yaşadığı var oluş kavgasında benim bulduğum çıkış yerlerini anlatıyor. Her şeyi kabul edip bu dünyayı iyisiyle-kötüsüyle ayırmadan zevkle, olduğu gibi hissetmeyi anlatıyorum. Her şey olduğu gibi güzel. İlk albümde “İnsanlar acı çekiyor! Görmüyor musunuz? Bu yanlış!” diye haykırıyordum. Bu yeni albümde dinleyenleri hiçbir şeyin kölesi olmadan, kendini dinlemeye davet ediyorum. Ben bunu yaşadım. Özgürleştim; toprakla, dünyayla bütünleştim ve bu noktada çok daha kendine inanan bir insan oldum.

- ‘Gerenimo’ şarkısını hangi ruh haliyle yazdınız?
Gerenimo, son Kızılderili. Savaşıyor. Eline silah almak zorunda kalmış. Silahlı bir fotoğrafı var; çok ironik. Barışçıl bir toplumun, eline silah almak zorunda kalması çok korkunç bir durum. ‘Gerenimo’, Kızılderililerin, bu güne kadar kıyılmış bütün toplumların, dünyada bilinçli olarak yok edilişlerine dokunan bir şarkı. Hepsini çağırdım. Hepsi geldi. “Ben seni tekrar yaşatmak istiyorum” dedim. Onlar da kabul ettiler ve bu şarkı çıktı.

- Peki, ‘Muşta’ şarkısı... 
Ne yapman gerektiğini, sürekli dışarıdan sana söyleyen insanlar var. Oysa ki sen biliyorsun; toprağa değdin; köklerine inmeye çalışıyorsun. Sen bildiğin halde, o insanlar sana “Bu böyle olmalı, şu şöyle!” diyor. Her alanda bu muştaları sana geçirmeye çalışıyorlar. Ben bununla dalga geçerek yazdım ‘Muşta’yı.

- Dünyaya ait olmadığınızı söylemiştiniz. Durum hâlâ aynı mı? Yoksa alıştınız mı dünyaya?
Amy Winehouse gibi, 27 yaşında yok olup giden insanlardan olabilirdim. Kendimi o kadar rock’n roll hissetmiyorum, ben başka bir yerden geldim. Öyle yapamazdım. Ama burada durmakla ilgili çok zorlandığım zamanlar oldu. Kabus gibi geçti yıllarım. Bu dünyada olmakla ilgili zorlanıyordum. Sonra “Bir dakika! Buradasın, demek ki bir şey var. Ya cezalandırılıyorsun ya da bu sınavı vermen gerekiyor. Bir misyonun var. Yaşamak zorundasın” dedim.

ZOR BİR İNSANDIM 

- Peki, nedir misyonunuz?
Kendi adıma misyonum insanlığımı keşfetmek. Bilincin sınırlarını zorlamak. Evren çok boyutlu. Bunlar şaka değil. Metafizik ve ruhani bir durum. Güçlü olmak lazım. Yaptığım işte misyonumsa insanlara eğlenceli bir gösteri sunmak. Belki kimileri benim şarkılarımı depresif buluyor. Benim şarkılarım ‘karnavalla karışık bir drama’. Sadece kendi kendine ağlayan biri değil. Biraz düğün-cenaze, biraz doğum-ölüm. Hayatın sirki.

- Metaforlar kullanıyorsunuz. Belli bir kesim bunu anlarken, diğer taraftan bazılarının “Bu ne diyor?” deyip geri duruyor olabilir mi?
Şarkı sözlerimin yürekten geldiğini anlayan her insan sorgulamadan hisseder. Kelimelerle değil, hisler aracılığıyla konuşmak istiyorum. Bir kamyon şoförünün bu albümü alıp uzun yolda dinleyip, bunu anlamayacağını zannetmiyorum.

- Her şeyi sorgulayan birisiniz... Peki bu durum aşk hayatınızı etkiliyor mu?
Genel olarak zor bir insandım. Her şeyim zordu. Bunu şimdi törpüleyip daha uygar hale getirebildim. Eskiden ‘ben’ odaklı yaşıyormuşum. Bunları fark ettikçe hastalıklarımdan kurtuldum ve daha uyumlu oldum. İlişkilerimde de artık uyumluyum. Sevgili durumlarında da artık hiç kimsenin benden sorunu yok.

- “Drama var” diyorsunuz hep. Bir drama kraliçesi olduğunuzu söyleyebilir misiniz?
İşte o durumlardan sıyrılmaya çalışıyorum. İyi bir insan olmak istiyorum. Drama kraliçesi olarak yaşamak yorucu, takıntılı olarak boşu boşuna enerjinizi kaybediyorsunuz. Ağlayıp, depresif hallere bürünerek harcadığım enerjiyi koruyup, daha iyi bir şey için harcayabilirim.

- Geride bıraktığınız Yasemin Mori’de ne görüyorsunuz?
Sorunlu gençlik (gülüyor). Şaka bir yana, o Yasemin çok çabalıyordu. O zaman bir devrim yapabileceğimi, insanlarda ve kendimde bazı kapıları açabileceğimi düşünüyordum.

- “Zamanında çok uçmuşum, şimdi ayaklarım yere basıyor” mu diyorsunuz?
Ayakların tam yere basmadan bir uçmaymış o. Fikirlerimle uçmaya kilitlenmiştim. Bir noktadan sonra tıkanıyor. Orası öyle sonsuz uçabileceğin bir âlem değil. “Sen daha yere basmadın, köklerini salmadın” telkininde bulundum ve “Ondan sonraki uçuşun daha güvenli olacak” dedim kendime.

- Hiç televizyon izlemezmişsiniz. Bir gün oturup, “Bir bakayım neler var?” demediniz mi hiç?
2-3 aydır televizyonu açtım. Saba Tümer izliyorum. Dizi izleme kafasına gelemedim ama. O kadar dayanamıyorum. Filmleri bile zor izliyorum.

- Peki, Türk müzik kanallarını izliyor musunuz? 
Bakıyorum. “Bu müzik mi?” diyorum. Beyindeki ur gibi. Bir şey kapalı kalmış ve aynı şey devam ediyor…

- Ama öyle bir piyasa içinde albüm çıkarıyorsunuz. Var olmak, ayakta kalmak gözünüzü korkutuyor mu?
İyi işin kalıcı olacağına inanıyorum. Neşet Ertaş ilk zamanlarında kendi kendine bozlakları yakıyor; sonraları, yavaş yavaş insanların dikkatini çekiyor. O haykırışı duyanların sayısı artıyor ve stadyumları dolduruyor. Bu bir örnek. Demek iyi olan her şey bir şekilde insanların kalbine değiyor ve ayakta kalıyor.

 Serhat Tekin - Akşam Pazar 14.10.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder