13 Ekim 2012 Cumartesi

Yasemori’nin “Deli Bando”su

Uzun bir aradan sonra Yasemin Mori “Deli Bando“albümü ve konserleri ile gündemde. Mori ”Şarkı tamamsa bünyeden çıkıyor ve rahatlıyorsun ama olmadıysa uykuların kaçıyor” diye anlatıyor albümünün hazırlık sürecini. 


Sanal aleme koyduğu şarkısı ile müzik dünyasına adım attı Mori ama bu konuda şöyle diyor: ”Sosyal medyayı seviyorum diyemeyeceğim. İnsanların hayatlarına bakmayı sevmiyorum. Twitter ve Facebook insanlara seslenmek için güzel yollar ama biraz sığ”.

Onu tanıyanlar çok önce söylemişlerdi, “Bir kenara yazın, bu kızın adını daha çok duyacaksınız” diye. Çok geçmeden öyle oldu hakikaten. 2008’de “Aslında Bir Konu Var” isimli şarkısını Myspace üzerinden yayımladığında yer yerinden oynadı. Bundan kısa bir süre sonra piyasaya çıkan “Hayvanlar” isimli albümü çok beğenildi. Mori “şehir ozanı” olarak ünlendi. Aradan geçen zamanda pek çok konser verdiyse de yeni albüm için acele etmedi, “Deli Bando” geçtiğimiz hafta çıktı.

Mori’yle yeni şarkılarını konuşmak üzere albüm çıktıktan sonra verdiği ilk konserin ertesi günü Fenerbahçe Parkı’nda buluşuyoruz. Röportajın fotoğraf çekimi sırasında parka gezmeye gelen Boncuk’la tanışıyoruz. Tanışıyoruz dediğime bakmayın, Mori ve Boncuk 40 yıllık dost gibiler. Kısa bir selamlaşmadan sonra hemen yan yana gelip objektife türlü pozlar veriyorlar. 24 yaşındaki Jako cinsi papağanın “Anne” diye hitap ettiği eğitmeni İbrahim Karapınar, Boncuk’un caz melodileri de mırıldandığını söyleyince Mori’nin gözleri parlıyor; “Oo bebeğim, hadi caz yapalım”.

 Yeni albümün ilk konserini verdiniz. Nasıldı?

Acayip bir geceydi. Ben insanların sınırlarını zorlamayı seviyorum. Ufkun ve bilincin ancak öyle genişleyebileceğine inanıyorum. Ama İstanbul seyircisinde bazen zorlanıyorum bunu yaparken. Dün mesela Lale Müldür geldi konsere.
Çok sevdiğim bir dostumdur. Hiç konuşmadan orada öylece dursa bile yaydığı manyetik güçle bir şey yapar ortama ve siz bir şey anlarsınız. Onu sahneye çıkartıp şiirlerinden birini okumasını istedim. Ama ismini bile duymayan dinleyicilerim vardı. “Allah aşkına açın gözlerinizi, Türkiye’de sanatı yaşatmaya çalışan kişilere duyarlı olun” demek istedim onlara. Lale’nin de canı pek bir şey söylemek istemiyordu.
15 dakika muhabbet ettik, sonra sahneyi tamamen ona bıraktım. Çok acayip bir an yaşandı, konuşmadan aktardı onlara pek çok şeyi. Sonra Boğaziçi Caz Korosu gelmişti, onları aldım sahneye. Dinleyiciler de çok coşkuluydu, yeni şarkılarımı ezberlemişler bile... “Adını Sen Koy”u, “Deli Bando”yu, “Gerenimo”yu ve “Sen Beni Sokaklardan Say”ı çok sevmişler.  

“Hayvanlar” 2008’de çıkmıştı, bir dinleyici olarak bana çok uzun gelen bir ara bu...

Benim için de uzun ama olması gereken bir araydı. İlk albümden sonra pek çok konser verdik ve ben bu konserlerin hepsinde bir şey denedim. İnsanlar “Doğru düzgün şarkıları söyle” diyorlardı ama umrumda bile değildi. O sırada bu albümün sesini duyuyordum. Çaresizce o sesin devamını aramakla geçti bu süre. Albüm yapmak zorunda olduğumu da hissetmedim açıkçası. “Kariyerim için her yaz bir hit çıkarmalıyım” düşüncesinde olmadığım için (gülüyor)... Bu sürede konserlere devam ettim. Yeni albümdeki şarkıları da paylaşmaya başlamıştım konserlerde ama insanlar albümün o madde halini istiyorlar bir süre sonra. “Albümü çıkmadı, konser vermesin” gibi dengeler devreye giriyor. Oysa bizim konserlerimiz her zaman dolu geçer. Çok çılgın bir bandom var arkamda, acayip şovlar hazırlıyoruz. Hâlâ albüm soruyorlar. Amma da önemliymiş albüm üzerinden iş yapmak dedim.

  Albümün en etkileyici şarkılarından biri albüme ismini veren “Deli Bando”. Nasıl ortaya çıktı bu şarkı?

Deli Bando” şarkısını yazdığımda ortada ne delilik vardı ne bando... Kendi kendime yazma halindeydim. Gara gidiyorum, yazıyorum, mırıldanıyorum, kaydediyorum, eve geliyorum trompetle çıkartıyorum... Ama ortada bir şey yok, sadece bir tını... Sonra bir gün Barlas Tan Özemek ve Korhan Futacı ile bir araya geldik ve onlara bu şarkıdan bahsettim. O an şarkıyı yapmaya başladık. Çorap söküğü gibi geldi gerisi. Elimde yüzlerce söz vardı ama o an kağıda konsantre olup baktığımda sadece şarkı için doğru olan kelimeler kendisini göstermeye başladı. Büyülü bir andı.  

Şarkıların yaratım süreci hep bu kadar sancılı mı oluyor?

Bazı şarkıları yazıyorsun, yazıyorsun olmuyor. Şarkı tamamsa bünyenden çıkıyor ve rahatlıyorsun ama olmadıysa uykuların kaçıyor. “Bir şeye döndü” demen lazım mesela o “bir şey” yerine ne geleceğini bulamıyorsun bir türlü, kendi aramızda “Keşküle döndü” falan gibi şeyler buluyoruz oraya. Dalga geçiyoruz bir türlü olmayan şarkılarla... Bazen böyle içinden çıkılamaz bir hal alıyor. Bazen de bir kelimeyi siliyorsun, her şey yerine oturuyor.

“Şehir ozanı” tanımlaması ne hissettiriyor size?

Bunu tanımlamayı ilk Asu Maro yapmıştı galiba. O zaman “Uff” demiştim, çok gelmişti. “Bir albüm yaptım altı üstü, ne zaman şehir ozanı oldum?” diye düşünüyordum ama sonra bakınca “Aa hakikaten yapmaya çalıştığım şey bu” dedim. Farkında değilmişim o yolda gittiğimin.

 “Okulda ‘Yasemori’ derlerdi” 

  “Mori’ Balkan dillerinde bir nida. ‘Kız’ demek. Erkekler için ‘more’ deniyor. Anneannemler öyle diyorlardı, çok seviyorum bu yüzden. Hem de Jim Morrison’ın Mori’si... “Koru” anlamına da geliyor, Latince’de ölümle ilgili göndermeler de var. Yıllarca okulda “Yasemori” dediler bana.”

 “Konservatuvara gitmeyi canım hiç istemedi”  

Nasıl bir ortamda yetiştiniz?

İlkokula kadar Edirne’deydim. Anneannemler Balkanlar’dan oraya göçmüşler. Orada evler tek katlı ve inanılmaz güzeldir. Her tarafta hayvanlar vardır, ağaçlar büyüktür. Ben de her türlü hayvanın olduğu inanılmaz bahçelerde büyüdüm. Çok ışıklıdır Edirne. Çok güçlü ve iyi kadınlar vardır orada. İlişkiler çok kuvvetlidir. Hep çok büyük sofralar kurulur. Böyle bir ortamda büyüdüm. Sonra Ankara’ya taşındık, çok kuru gelmişti Ankara başta ama sonra hemen alıştım ve çok sevdim.  

 Ailede sanatla ilgilenen var mı?

Dedem şairmiş. Avukat aslında. Hiç tanımadım ama şiirlerini okudum. İnanılmaz güzel şeyler anlatılır onunla ilgili. Babam şarkı söyler. Asker emeklisidir, aynı zamanda mimar. Annem Türk Hava Yolları’nda çalışıyordu. Ablam dünyayı dolaştı. İşlerini de o dolaşmalarına göre ayarlayan biri oldu.  

Bilkent’te grafik tasarımı okumuşsunuz. Mesleğinizle ilgil bir şey yapıyor musunuz?

Blog’umda bir şeyler yayımlıyorum.
Bir ara resim yapmaya tutuldum, atölye yaptım kendime ama sonra zorlamaya başladı, bıraktım.

  Neden konservatuara gitmediniz?

Hiç canım istemedi. Konservatuarın ismini bile hiç sevmedim. Çocukken orası çok sert ve disiplinli öğretmenlerin olduğu bir yer gibi geliyordu. Tabii sonra öyle olmadığını öğrendim ama ben müziğin o kadar matematik kısmında olmak istemiyormuşum demek ki. Çizimle ilgili bir şey okuyayım, iyi müzisyenlerle kendimi geliştirebilirim diye düşündüm.

 “Fenalık geldi, ben de şarkıyı internete koydum”  

En başta, şarkınızı Myspace’e koydunuz ve ne oldu?

Olay oldu. İlk albümü Emre Irmak’la beraber yapıyorduk. Emre hem çok iyi bir müzisyendir hem de müziğe bir iş gözüyle bakabilir. Bu sayede çok güzel bir albüm ortaya çıkardık ama sürekli bir şeyleri ince ince hesaplamaktan bana fenalık geldi ve albüm çıkmadan şarkıyı internette paylaştım. Zaten elimizde harika bir şey var, ona güvenmeyip neden hesap kitap yapıyoruz ki diye düşünüyordum. Saniyede neredeyse yüz bin kişi tıkladı. Keşke müziğin iş kısmında olan insanlar da bunun yanında olmayı bilselerdi. Sanatçıları öldürmeye çalışan bir sistem var piyasada. İşin içine girer girmez “Aman sen bunları düşünme” demeye başlıyorlar. Kuklalar yaratmaya alışmışlar. Ben ona gelemem ki... Çünkü bu iş o kadar kolay değil. İnsanlar zannediyorlar ki 100 tane Yasemin Mori çıkar, hayır çıkmaz. Başka bir derinlikten bir şey yapmaya çalışıyorum çünkü ben.  

Sanal alemde keşfedilmiş biri olarak sosyal medyayla aranız nasıl?

Seviyorum diyemeyeceğim. İnsanların hayatlarına bakmayı sevmiyorum. Twitter, Facebook insanlara seslenebilmek için güzel yollar ama biraz sığ. İnsanlar yaşadıkları her şeyi çok önemli zannediyorlar. Ben de öyle zannediyorum ama ben bunun için gerçek anlamda üç yıl kapanıyorum ve ortaya bir şey çıkarıyorum. Her hissedilenin hemen paylaşılması tuhaf geliyor o yüzden.


 “Hayvan olmadan insan olunmaz”  

Boncuk sizi çok sevdi. Hayvanlarla aranız hep iyi mi oldu?

İlk albümüme “Hayvanlar” ismini verdim. Dünyanın en önemli itici güçlerinden birinin hayvanlar olduğuna inanıyorum. Hayvanlığı yaşamadan insan olunabileceğini düşünemiyorum. Önceki tekamüllerimizde ağaç da olmuş olabiliriz hayvan da... Hiç olmamış da olabiliriz. Ama bir şekilde içgüdülerimizi hayvanlardan almışız bence. Hep kedilerim ve köpeklerim oldu. Şimdi de var. Günün birinde bir de papağanım olur mu bilmiyorum, sanmıyorum. Kıyamam, papağan evcil bir hayvan değil, özgür olmalı.

Güliz Arslan - Milliyet Cumartesi 13.10.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder