Basın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Basın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2016 Cumartesi

Yasemin Mori’nin hikaye anlatıcılığı ve sözlü evreni

Evrensel Gazetesi'nden Ozan Doğu, 2008’de müzik piyasasına giren Yasemin Mori’nin Hayvanlar, Deli Bando ve Finnari Kakaraska albümlerindeki sözlü evreni yorumladı. 


HAYVANLAR

Yasemin Mori’nin  ilk albümü Hayvanlar,  lirik gücü yüksek bir albüm. Hayvanlar’daki şarkı sözleri daha çok acı tutanakçısı bir kadının kayda düştükleri. Konuşmak, Aslında Bir Konu Var ve Mutsuz Punk’taki anlatımlar şiirsel ve güçlü olduğundan, aşk acısı gibi klişeleşmiş bir konuyu tekrar klişeleştirmeden, olabildiğince farklı yönleriyle, gidenin ardından söylenen sözler değil de daha çok karşılıklı konuşma havasında, kırgın ve ne olduğunu anlamaya çalışan bir kadının sözleri var. Kuzgun’da diğer şarkılarda olduğu gibi konuşma havası var, şarkı sözlerinin genelinde sorular hakim. Kuzgun metaforu sevilen kişiyi temsil ediyor. Önceki şarkı sözlerinde kahramanımız edilgenken, Kuzgun’da daha aktif. Çeşitli duygu dalgalanmaları yaşıyor. Nolur Nolur Nolur’da şarkı sözlerini toplumsal cinsiyet bağlamında incelersek, sözlerin arabesk ve cinayet söylemleri olduğunu görebiliyoruz. Özellikle ‘Ya benim ya ölüsün’ aklımıza ‘Ya benimsin ya kara toprağın’ söylemini getiriyor. Yasemin Mori, bu söylemleri yapı bozumuna uğratarak söylemlerin farklı bir hal almasını sağlamış.


>Yazının Devamı...

23 Haziran 2015 Salı

Hikayeleri Şakıya Dönüştüren Kadın | All Dergi

UZAKTAN
GELEN
ŞARKILAR
Yasemin Mori yazı yeni albümü Finnari Kakaraska’ ile kutluyor. Edebi göndermeleri, cover parçalar ve yeniliklerle dolu albümde 10 nefis şarkı bulunuyor.

Röportaj: Sinem Gürleyük
Fotoğraf: Özkan Önal 
Stylmg: Ahmet Emin Hondor
Saç & Makyaj: Ümit Aşık - Cem Demir 


İlk stüdyo albümü ‘Hayvanlar’ ve ardından ‘Deli Bando’ ile müzik dünyamıza tatlı bir soluk getiren Yasemin Mori, üçüncü albümü ‘Finnari Kakaraska’ ile bizi yine bilmediğimiz ‘uzaklara’ doğru yolculuğa çıkarıyor. Özellikle ‘Ellerimin Karası’ ve ‘Bitli Kaptan’da hikaye anlatır gibi söz yazıp, şarkı yapan Mori’nin albümünün en duygusal noktası ise Nazım Hikmet Ran’ın sözlerini yazdığı ‘Kanatları Gümüş Yavru Bir Kuş’ şarkısı. Bol dinlemeler.

Şununla başlamak istiyorum; ‘Finnari Kakaraska’ ne demek? Bu ismi seçmenizin hikayesi ne?

Albüm kayıtları bittikten sonra albümün ismini düşünmeye başladım, bir çok fikir vardı ama tamam bu dediğim ismi bulamamıştım. Bir şeyler okuyor, araştırıyordum ki ‘Kadın Argosu Sözlüğü’ diye derleme bir sözlüğe rastladım. Filiz Bingölçe kadınların kendi aralarında konuştuğu dili belgelemek istemiş ve köylerden kentlere dolaşarak


farklı yaşantılar süren bir çok kadınla bir araya gelip onların yaşantılarında kullandığı ‘alaycı’ dile dair ipuçları toplamış. Açıkçası daha önce sadece kadınlara has bir argo dilin yaşadığından haberim yoktu. Argo, kelimelerle mazlumun yeniden güç kazandığı yer aynı zamanda. Bu durum başlı başına çok etkileyici geldi. ‘Finnari Kakaraska’yı da bu sözlükte buldum ve tekrar yaşama döndürmek istedim. Taa uzakta, uzak yerde anlamına geliyor. Düşündüm ki şarkı yazarken o uzak yerlere gidip dolaşıyorum, hikayeleri buraya getiriyorum, sonra sahnede insanları buradan alıp o uzak diyarlara götürüyorum.

Nasıl hikayeler biriktirdiniz ve şarkılar yazdınız?

Ay’a gittim, uzandım gökyüzünden Dünya’ya baktım. Ormana gittim, bizimle hiç konuşmaz sandığımız bitkilerin, ağaçların ruhlarına karıştım, köklerimle konuştum. Başka insanların yaşamlarına gittim, onların gözünden gördüm. Çocukluğuma gittim, ‘Bitli Kaptan’ hikayesini mesela 5-6 yaşlarımda yaşadığım bir gemi yolculuğuna, ilk denize açılma macerasına ithafen yazdım.


Albüm güzel bir romanın müziğe dökülmüş hali gibi...

Okumayı çok seviyorum, beni çok mutlu ediyor. Kelimelerle, zihnin ve kalbin arasında müthiş yollar kurup hayatın tüm inceliğini ve güzelliğini yansıtan insanlarla bu yolla bağ kurmak çok güzel.


Albümün çıkış parçası olarak seçtiğiniz ‘Oyna’ şarkısıyla ilgili fazla olumsuz eleştiri var...

‘Oyna’yı yaparken Afrobeat’ten esinlendim, ülke olarak modumuzun aşırı düştüğünü ve arabeske bağladığımızı görünce direniş moduna girdim. Aslında eleştirilere rağmen haklı çıktığımı düşünüyorum, konserlerde çoşan, göbek atan yüzlerce insan görünce karşımda, “Beat it!” diyorum.
 

Müzik olmazsa hayatınızın anlamı gider diye düşünüyorum. Yanılıyor muyum?

Hayır yanılmıyorsun! Hepimiz için öyle aslında... Müzik olmasa taş keser insan, solar gider, kıpırtısız bir göl gibi var-yok arasında kalır. Tanrının, insanlarla iletişim kurma aracı olduğunu düşünüyorum müziğin. Tamamen soyut bir dünya, frekanslardan ibaret!


Kostümleriniz, klip çekimleriniz bizi hep şaşırtıyor...

Çalıştığım bir ekip var tabii. ‘Oyna’nın klibinde Bora Tarhan sanat yönetmenliğini üstlendi. Tokat yöresinden, Antakya’dan kumaşlar bulduk ve Afro Anadolu bir stil yaratmaya çalıştık. Mert Yemeniciğlu tüm kostümleri tasarladı.

Günlük hayattaki stilinizi nasıl tanımlarsınız?

Yaratıcı, araştırmacı ve sportif.
 

Yaz tatilini planladınız mı?

Daha önce hiç gitmediğim görmediğim, doğası ve ilkimiyle İstanbul’dan tamamen farklı bir yerlere gitmek istiyorum. Vietnam olabilir. Dünyanın en büyük mağarası orada ve yeni keşfedilmiş. Orayı görmeyi çok istiyorum.



ALL Magazine

25 Nisan 2015 Cumartesi

Uzaklardan masallar anlatan kadın

 Yasemin Mori yeni albümü Finnari Kakaraska'da yine rengarenk, capcanlı iç dünyasını ortaya çıkararak, içimizi açtı. Fotoğraf ve röportajla o renkli dünyanın derinlerine indik.

Eylem Kaftan / kaftaneylem@gmail.com
Fotoğraflar: Barış ACARLI


 İlk albüm 'Hayvanlar'dan bu yana ne değişti?
 Eskiden kendimin çok önemli olduğunu düşünüyordum. Artık düşünmüyorum. Belki ego patlaması yaşamıştım. Çok alkış alınca 'evet böyle' diyosun. Bir topluluk olmasa bir değerinin olmadığını zamanla anlıyorsun.

Finnasi Kakaraska nedir?
 Kadın argosu sözlüğünde buldum. Anadolu'nun her yerine gidip kadınlarla konuşmuş yazarı. Kadınların kendi aralarında erkeklerle nasıl dalga geçtiğini keşfetmiş. 'Kakaraska', 'taa çok uzaklarda' demek. Albümdeki şarkılarda hep hikayeleri uzaklardan getirip birine anlatmak derdim var.

 Mistik bir hava yaratmışsın bu albümde..
 Şarkı yazmak bu güçlerle ilgili zaten biraz. Gerçek benliğinin ait olduğu yere dair bir akış var. Gözlerimi kapıyorum ve hayal gücüme bırakıyorum kendime. Kimliğim olmadan da anlamlı mıyım? Merak ediyorum.

Albüm aralarında kendini nasıl yeniliyorsun?
 Arada Gezi olayları oldu. O beni çok etkiledi. Dengemi, merkezimi bulmak için çok zorlandım o dönem. İçerde bir çığlık vardı ama sanki o çığlığın üstü kapanmaya çalışıldı.

 Bu albüm nasıl şekillendi? Masal ve mitolojik referanslar ağırlıkta.
 Masallar da ormandan, doğa anadan geliyor. Ormana gittiğimde burası beni kabul eder, doğa ana beni alır diye düşünüyorum. Atalarımızın genetik gücünü taşıyoruz. Eskiden kalma güçlü bir kaynağa ulaşıyorum.

 Bestelerini nasıl yapıyorsun?
 Loop yapan bir alet var mesela, looper. Ritm koyarak altyapı oluşturuyorsun. Şimdi trompet üflüyorum. Her gün 3-4 saat ona çalıştığım oldu. Miles Davis'in ruhu bende yaşıyor gibi hissettim. Onu dinlediğimde çıldırıyordum.

Mori soyadı Morrison'dan mı geliyor sahiden?
 Lisede çok etkilendim. Bana Yasemin Morrison diyorlardı. Sonra Mori oldum. Uzun pelerinlerle gezen tuhaf, punk bir kızdım.


 CAMA BİR MARTI KONDU VE HİKAYE BAŞLADI

Klibe tepkiler de gelmiş, neden?
 Ortamın muhafazakarlaşmasından ve insanların kendini daha değersiz hissetmesinden dolayı. Hayatımda böyle tepki görmedim. Bu klip için 'ne alaka?' diyorlar sanal ortamda.

 Peki Martı Jonathan ne alaka sahiden?
 Bir gün evde oturuyorum, baktım, bir martı cama sıkışmış. Biz komşumla 'bu martı Jonathan, bu uçacak' diye ona telkinlerde bulunduk. O uçunca 'Martı Jonathan uçtu' dedik. Onu hikayeye kattık.

Korhan Futacı ile birliktesin. Müzikal olarak nasıl besliyorsunuz birbirinizi?
 Tabii ki çok önemli bir destek Korhan varlığıyla. Birbirimize destek oluyor, anlıyoruz birbirimizi müzisyence. Değirmenlere karşı (gülüyor), yedi yıldır böyleyiz.

 TV var mı evinizde?
 Hayır, yok. Bir ara almıştık ama tamamen vaktimizi almaya başladı. Abuk subuk şeyler izlemeye başladık. 'Bu ne' dedik ve paldır küldür attık onu. Acayip bir alan açıldı. Şimdi birlikte resim yapıyoruz. Çocuklar gibi oynuyoruz. Naif bir yaşantımız var.

Korhan daha sakin galiba?
 Ben daha çocuksuyum. O daha olgun. Birbirimizi dengeliyoruz.

 Artık toplum aynılaştı...

İnsanın kendi çizgisini koruması zor mu?
 Seni senden başka kimse değiştiremez. Ama sanki birileri bazen bunu hatırlatmalı. Herkes seni yönlendirirken özünü kaybetmeyeceğini bilmen lazım.

Bu 'Oyna' şarkısı ve klibi nasıl oluştu?
 Klip için Faslı bir fotoğrafçının fotoğraflarından çok etkilendim. Biz de Türk Havası yaratabiliriz dedik. Martı Jonathan'ı da koyduk.

 Kim o?
Şu meşhur Martı Jonathan! Ona güzelleme yapılıyor. En yükseklere uçan, kural bölücü, toplum vasatlığa alkış tutarken, o parelel evrenlerde uçuyor. Toplumda onay görmeyen insanların ifadesi olsun istedim klipte.

Türkiye'de sokakta çok farklı tipleri göremiyoruz sanki!
 Eksiden konserlere çok farklı tipler gelirdi. Herkes aynılaştı artık. Kapitalizm ele geçirdi bizi. O yüzden videoda tuhaf karakterler olsun istedim.

Vatan

Nedir bu Finnari Kakaraska!

Rock müziğin sevilen seslerinden Yasemin Mori, uzun süredir üzerinde çalıştığı "Finnari Kakaraska"yı piyasaya sürdü. "İyi de nedir bu Finnari Kakaraska" dedik, buluştuk ünlü şarkıcıyla ve merakımızı giderdik.

Yasemin Mori, uzun süredir üzerinde çalıştığı albümü “Finnari Kakaraska”yı piyasaya sürdü. Bu kez öykü tadındaki şarkıları kadar albüm adıyla da dikkat çeken Mori’ye, kulağa büyü gibi gelen o iki kelimenin anlamını sorduk. İşte yanıtı: “Albüme isim ararken Kadın Argosu diye bir sözlük geçti elime, orada buldum bu deyimi… ‘Uzak yerler’ anlamına geliyormuş.”


Üçüncü albümünüz hayırlı olsun. Yalnız şarkılara, hazırlık sürecine falan gelmeden önce sormak istiyorum, nedir bu “Finnari Kakaraska” acaba?
– (Gülüyor) Herkes merak etti onu zaten… Arkadaşlarım bile soruyor “büyü mü” diye. Hikayesini anlatayım… Bütün şarkıları yazdım bitti, her şey hazır. Albümün adı ne olacak diye düşünüyorum. Elime “Kadın Argosu” diye bir sözlük geçti.
 

Kadın Argosu mu?
– Evet… Sadece kadınların kullandığı bir dil. Erkek taşlamaları gibi şeyler de var içinde sözlüğün. Finnari Kakaraska’yı da orada gördüm. Bu aslında bir deyim.
 

Anlamı ne?
– “Uzak yerler” demekmiş. Kulağıma çok güzel, bana çok enteresan geldi.


Alem “ne alaka” der diye endişelenmediniz mi?
– Valla başlarda doğru mu yapıyorum diye düşündüm, “kim aklında tutacak bu adı” dedim. Ama o ikişi kelime öyle bir yerleşti ki aklıma, albüm için başka isim düşünemez oldum. Ve kaldı öyle…


Gelelim albümün hazırlık aşamasına… Ne kadar sürdü şarkıları toplamak ve okumalar?
– Aslında hızlıca kotarılan bir proje. Sözlerimin hepsi hazırdı. Can Çankaya da çok iyi arkadaşımdır, buluştuk, yaptığım işleri gösterdim, hemen aranjeleri yapmaya başladı. O yüzden çok hızlı bitti. 1 yılda toparladık.


Şarkıların hepsi sana mı ait?
– İki cover şarkı var. Diğerleri bana ait.

Şarkılarınızı daha çok hangi ruh halindeyken ya da neredeyken yazabiliyorsunuz?
– Her yerde ve her ruh halinde olabilir… Ama şarkı yazmak entresan bir durum… Ben bile bazen kendi kendime şaşıyorum.


Neden?
– Ben şarkı yazmıyorum da şarkı kendini bana yazdırıyor gibi durum oluşuyor çünkü.


Aşk şarkıları peki?
– Aşkı bireysel olarak algılamıyorum. Müzik yaparken bile aşk yaşıyorum mesela… Seyirciyle bir araya geldiğimde de aynı şekilde aşka çok yakın bir duygu hissediyorum. Açıkçası aşkı bireysellikten çıkarmak için kendimi çok zorladım.


Neden böyle bir çabaya girdiniz?
– İlk albümü hazırlarken çok pis aşk acısı çekiyordum çünkü… Her şey tamamen aşka dayalıydı. O hisse o kadar kapılmıştım ki… Sonra durdum, “Ben ne yapıyorum?” dedim kendime. Aşk acılarının kadını oldum diye yedim kendimi. Oysa acı çekmek istemiyordum.

  
Sizin yazdıklarınız alışılmış şarkılardan çok farklı. Sanki şarkı değil de öykü yazıyorsunuz. Böyle bir yeteneğe sahipken hiç kitap yazmayı düşünmediniz mi?
– Evet, aslında olabilir. Zaten yazdığım çocuk kitapları ve onları basmak isteyen yayınevleri de de var. Bakalım, zaman bulursak yaparız.


Neden çocuk hikayesi?
– Bilmem, çocuk hikayeleri daha çok ilgimi çekiyor.

 


Bir anda parlayayım diye bir derdim yok
 

Müzik dersi almaya devam ediyorsunuz...
- Evet, çok da faydasını görüyorum. Bütün şarkıcılara tavsiye ederim.

Ne kadar sürecek bu dersler?
- Bence hep devam etmeli. İnanılmaz geliştirdim kendimi o dersler sayesinde. Ne kadar devam ederse o kadar iyi.

Müzik yolculuğunuzda, tam olarak hedefiniz ne?
- Bilmem ki, çok şey planlıyorum. Çok daha iyi bir müzisyen olmak istiyorum. Bunun için şan dersleri alıyorum, gitar çalışıyorum. Çok enteresan şeyler yapmak istiyorum.

Bu kadar çalışmaya, hak ettiğiniz değeri ve ilgiyi gördüğünüze inanıyor musunuz?
- Evet, çok ilgi gösteriyorlar sağ olsunlar... Zaten benim de bir anda şöhret olayım, parlayayım gibi bir derdim yok. Yavaş yavaş gideyim, uzun soluklu bir şeyler yapayım.



8 Nisan 2015 Çarşamba

Konular, mekanlar sonsuz... | Babylon Dergi Röportajı

Röportaj: Cem Kayıran

Fotoğraf: Aylin Güngör

Stil: Ece Özel

Babylon Dergi Sayı 27 - Mart/Nisan 2015


Yasemin Mori, 2012 yılında yayınladığı ikinci albümü Deli Bando’nun ardından geçtiğimiz ay yeni albümüyle karşımıza çıktı. Edebiyat göndermeleri ve müzikal yeniliklerle dolu on şarkılık albüm, Finnari Kakaraska ismini taşıyor.

Albümün yayınlanmasıyla birlikte soluğu Yasemin Mori’nin yanında aldık, albümü masaya yatırdık ve Finnari Kakaraska’ya benzer şekilde, rengârenk bir fotoğraf çekimi yaptık!



Bana kalırsa ilk iki albümünden de izler taşıyan ama kendine has bir dil de geliştirebilen bir albüm olmuş Finnari Kakaraska. Parçalar nasıl bir ruh hâliyle, nasıl bir dönemde yazıldı? Albümün ilk parçacıklarını dinlerken kafanda canlanan hâliyle sona ermiş hâli arasında ne gibi benzerlikler, farklılıklar vardı?

Şimdi geriye dönüp düşününce şarkıları son derece keyifli bir hâlde, oyun oynar gibi yazdığımı fark ettim. Evde bilgisayar başında trompet, klavye ve loop processor ile sadece melodilerin akmasına, ortaya çıkmasına yarayacak altyapılar kaydedip sözlerle hayal gücüme sığınarak yaptım şarkıları. Sonrasında kaydettiğim eskizleri albümün prodüktörlüğünü yapan Can Çankaya’ya yolladım. Can her şeyden önce inanılmaz iyi bir dinleyici. Şarkıların gerek melodik yapısında gerekse sözlerinde gizli olan tüm şifreleri çözerek şarkının özüne inebiliyor. Can’ın bu özelliğine güvendiğim için onu düzenlemeler konusunda tamamen serbest bıraktım ve sonuçlar her defasında beni şaşırttı. İlk yaptığım demolardaki naif duyguyu koruyarak çok hassas tasarlanmış düzenlemeler yaptı, bu sayede bütün yaratım sürecinin izlerini şarkının en son hâlinde duyabiliyorsunuz.

Finnari Kakaraska’yı ilk dinlediğimde dikkatimi çeken detaylardan biri şarkılardaki “serbestlik” hissiydi. Özellikle vokallerinde ve ritmik katmanlarda bir salınmışlık var gibi geliyor bana. Bu aslında şarkı yazımında çok riskli bir unsur olabilecekken bütünlük fazlasıyla da korunmuş albüm genelinde. Senin için Finnari Kakaraska’yı en iyi tanımlayacak sıfatlar neler? Neden?

Şarkı yazarken kendimi bir hikâye anlatıcısı olarak görüyorum. Konular, mekânlar, sonsuz... Dolayısıyla serbest bir yazma tekniğim var. Bu serbest yazım tekniğini birebir olarak müziğime de uygulamanın peşindeyim, hissettiğin şey bu olabilir... Albümü en iyi tanımlayan sıfat “Finnari Kakaraska” bence. Orası benim düşünce dünyamda, öte diyarda bir âlem. Bu dünyadan izler taşıyor. İyi ve kötü arasındaki dualite orada da mevcut... Şen şakrak ama dramatik, mazlum ama cesur da. Orada maddeden manevi olana, taştan ruhani olana doğru durmayan bir döngü var. Dönüşüm çok daha hızlı olduğundan daha büyülü. Gerçeküstü bir dünya olduğu için daha az acıtıyor.

Albümün kayıt sürecinden biraz bahsedebilir misin? Nerelerde kimlerle yapıldı kayıtlar?

Deli Bando'dan beridir beraber çalıştığım Barlas Tan Özemek, Gökhan Şahinkaya, Berke Can Özcan ve Can Çankaya ile iki haftalık bir prova sürecinden sonra şarkılar kusursuz çalınmaya başlanmıştı. Hayyam stüdyolarında Can Aykal, Sinan Sakızlı ve Feryin Kaya ile 10, 12 günlük bir çalışma neticesinde Finnari Kakaraska'yı kaydettik. "Kim Var" ve "Kanatları Gümüş Yavru Bir Kuş"u ise daha sonra Babajim stüdyolarında kaydettik.


Finnari Kakaraska’nın prodüksiyonunda Can Çankaya ile çalıştınız. Can’la aranızdaki müzikal iletişimi, onun şarkılarına olan yaklaşımını nasıl yorumluyorsun?

Can’ın hem çok yoğun bir müzikal birikimi hem de yoğun bir duygu dünyası var. Şarkılarıma çok büyük bir nezaketle yaklaştı. Müzikal fikirlerimi koruyarak, hikayelerin ortaya çıkartacak düzenleme fikirleriyle geldi. Beni derinlemesine anladığını, söylediğim sözleri, anlattığım hikâyeleri özümsediğini düşünüyorum, müzikte bunun yansımalarıyla hep karşılaştım. Su gibi aktık.


Albüm isminden şarkı sözlerine bir çok edebiyat göndermesi dikkat çekiyor. Senin için şarkılarda yer verdiğin kitaplar, yazarlar ne ifade ediyor? Müziğin ve onlar arasında nasıl bir ilişki görüyorsun?

Çocukluğumun olayıdır okumak... Yazıyor olmayı da buna borçluyum. Hayal dünyamı canlandıran, beni toplumca kabul edilmiş değer yargılarından uzaklaştıran, gizli kalmış, insanların konuşurken ya da yaşarken ortaya çıkartamadıkları içsel, düşünsel bilgilere ulaşmak müthiş bir şey. insanın doğasını daha iyi tanımaya çalışmaktan zevk alıyorum.

Ellerimin Karası”nda beni yazmaya iten Andre Gide mesela, onun romanlarında hep günah çıkartılması gereken bir yüzleşme, bir itiraf vardır. “Bu gölgeler güneşin mürekkebi” sözünü ise direkt Appoloniare’den aldım...

Bitli Kaptan”da Halikarnas Balıkçısı’na selam ediyorum, Aganta Buruna Burinata! “Nedir acaba bu yıldızlar? Göklerde mısır, buğday patlatıyorlar galiba” dizelerindekine benzer bir espri var tüm şarkıda.

Önceki İki albümünün aksine, yeni albümünde tuşlu çalgıların biraz daha ön planda olduğunu söylemek mümkün. Seni bu değişikliğe iten ne oldu?

Rüyalarımda piyano çaldığımı görüyorum... Çok müthiş bir piyanistim başka bir paralelde. Beni açan, iyi hissettiren bir enstrüman... İlk albümde de piyanoyla çalışmıştım ama orada gitar sesi daha baskın kalmıştı... Can’la Dell Bando'nun ilk konserlerinden bu yana beraber çalışıyoruz ve piyano çalışına da hayranlık besliyorum. Albümü beraber yapmaya karar verdiğimizde piyano işin çok önemli bir parçası oldu.

Kapanış şarkısı “Kanatları Gümüş" sözleri Nazım Hlkmet’e ait olan bir şarkı. Ve albümde bir yaylı triosu ve piyano eşliğinde özel bir yorumla yer alıyor. Bu şiirin albümünde yer atmasına nasıl karar verdin? Genel olarak albümün konseptiyle nasıl bir ilişkisi olduğunu düşünüyorsun? 
Bu şarkıyı ilk duyduğumda günlerce aklımdan çıkmadı. Şarkının bir bölümü Nazım'a dair bir belgeselde geçiyordu, şarkıyı arayıp taradım ve sonunda bulduğumda söylemek cüretini göstermek istedim. Nazım Hikmet sözlerini yazmış aynı zamanda Mes'ut Cemil'in bir bestesi. Tanburi Mes'ut Cemil hem Türk müziği hem de Batı müziğine çok hâkim bir bestekâr. Döneminin çok ilerisinde. Evrensel tüm ruhlar birleşmiş âdeta bu şarkıda. Münir Nurettin Selçuk’un yorumunu tüm insanlığın duyması gerekiyor diye düşünüyorum. Bu parçayı yapmak istediğimi söyleyince Can, şarkıya ruhunu üflemiş bu eşsiz sanatkârlara ithafen. şarkının orijinal yapısını bozmadan modern klasik müzik disiplininde bir düzenlemeyle ele aldı.



Bir de önceden Ajda Pekkan'dan duyduğumuz, sözleri Fikret Şeneş e ait olan “Gel"in yorumu yer alıyor albümde. Şarkıyı İlk kez dinlediğin zamanı hatırlıyor musun? Bu şarkının albüme giriş hikâyesi nedir?

2013'te bir ara Ajda ya fena takıldım. Durmadan şarkılarını dinliyordum ve sesine ve şarkı söyleyişine detaylıca kaptırmıştım kendimi. Gerçekten inanılmaz bir şarkıcı ve 70’lerde çok iyi kayıtlar yapmış. “Gel"'i de o dönem keşfettim, bayıldım şarkıya sonra konserlerde çalmaya başladık.


Albümün ilk klibl “Oyna Martı Jonathan" İçin çekildi. Fazlasıyla renkli ve hareketli bir kllp. Kllbln fikri kimden çıktı? Başka kllp fikirleri var mı hâlihazırda? Biraz ipuçları alabilir miyiz?

"Oyna MJ” geçen senelerde ilk albümü beraber yaptığım Emre Irmak'ın stüdyosunda
takılırken ortaya çıktı. Afrika müziklerindekilere benzeyen yuvarlanan sözlü bir vokal attım ortaya ve Emre nin çok hoşuna gitti ve o da bir şeyler kattı.

Albüm kayıtlarında Berke üst üste perkusyonlar kaydederek Afro Anadolu bir ritim altyapısı oluşturdu. Ülkenin durumu belli, karanlık hisler biraz dağılsın, biraz esneyelim istedim. Kahramanlaştırdığım Martı Jonathan’ı Gezi dirilişine katkıda bulunan insanlarla özdeşleştirdim. Kafamda dolaşan fikirler vardı... Oynayan, dans eden insanlar, sürekli değişen renkler, desenler ve kıyafetler, en az Martı Jonathan kadar toplumun dışında kalmış ayrıksı ve uçmayı bilen karakterler...

Günlerce klibi nasıl gerçekleştirebileceğimi düşünürken bir gece ansızın yönetmen arkadaşım Bora Tarhan’ın evinde buldum kendimi... O sırada Peru’dan henüz dönmüştü ve orada çektiği fotoğraflardan bir sergi yapmak için çalışıyordu. Fotoğraflarda Peruluların yaşam biçimi çok ilgimi çekti rengârenk kıyafetler, doğaya olan müthiş bağlılıkları, çocuklann dahi yüzlerindeki anlamlı bakışlar...Tum bunları görünce doğru yerde olduğumu anladım. O noktadan sonra Bora bütün projeyi üstlenerek en iyi takımı kurdu ve klibi çekti.

Albümü dinler dinlemez canlı performansının nasıl olacağına dair bir merak uyandı içimde. Hem “Kadınlar", “Bitil Kaptan" gibi yapısal olarak hareketli ve dinleyiciyi de İçine çekebilecek şarkılar hem de “Kim Var? ", Elim Tetikte" gibi daha farklı kompozisyon fikirleriyle, bir ses enstalasyonu gibi kurgulanmış şarkılar var albümde.
Konserlerle ilgili ne gibi ipuçları verebilirsin?


Canlı performanslarda seyirciyle aramda bir denge bulmayı çok önemsiyorum. Dinleyicinin katılımcı olduğu, şarkılara eşlik ettiği bölümlerle, daha sanatsal, müzisyenlerin kendilerini ifade ettiği, dışavurumcu ya da içsel bölümlerle harmanlamak, kendi dünyam ile hepimizin dünyası arasında bir köprü işlevi görüyor. Dahasını merak edenlerle konserlerde buluşalım...




5 Nisan 2015 Pazar

"Yasemin Mori’den hayranlarına unutulmaz konser"


 Bursa Nilüfer Belediyesi Kültür-Sanat Nisan ayı etkinlikleri kapsamında sahne alan Yasemin Mori, performansıyla hayranlarına unutulmaz bir konser verdi.

 Nilüfer Belediyesi Türk bağımsız rock yazarı ve yorumcusu Yasemin Mori’yi yeni albümüyle sevenleriyle buluşturdu. Uğur Mumcu Sahnesi’nde gerçekleşen konsere ilgi büyük oldu. Kendine özgü yorumuyla insan doğasına dair alışılmamış hikayeleri anlatan Mori, folklorik öğelerle harmanladığı caz ve rock müzikten etkiler taşıyan performansıyla sahne de baş döndürdü. Yeni çıkardığı üçüncü albümü Finnari’den birçok eseri de seslendiren Mori’ye uzun zamandır birlikte çalıştığı müzisyenler de eşlik etti. Yaklaşık iki saat süren konser boyunca hayranları sevilen sanatçıya eşlik ederken Mori, gecenin sonunda ayakta alkışlandı.
         CİHAN

21 Mart 2015 Cumartesi

Kadın Muhabbeti

“Finnari Kakaraska” geçtiğimiz hafta raflarda yerini aldı


Uzun zamandır ilk kez bir albümü dinlerken bu kadar heyecanlandım, hatta uzun zamandır ilk kez bir albümün tamamını dinleyebildim! Ve Kadıköy’de buluştuğumuzda gözlerime inanamadım; ben böyle bir enerji, böyle bir aura görmedim... 
10 şarkı boyunca bir fanusun içinde oradan oraya süzülmenizi sağlayan bir albüm bu. Yasemin Mori’nin hikâyeleri gibi, kendisi de “finnari kakaraska”dan sanki. Şarkı sözlerinde mabetler, yaratıklar, Poseidon’lar... 

Albüm karanlık bir masal gibi. 
Pozitif bir his de yok mu? Karanlik deyince üzüldüm şimdi, dunganga masalları gibi de değil. Karakterleri mitleştirmeyi ve onlar üzerinden dönüşüm yaşamayı çok seviyorum. O tiplemeler de tabii ki tekinsiz sularda. Hiçbir zaman çok basit yaşamıyorlar, denizin sonsuzluğunda var olmaya çalışan bir yaratık ne kadar tasasız olabilir ki? Tekinsiz bir taraf her zaman var. Avcı karakteri de öyle, tam bir modernizm eleştirisi.

 Nasıl bir hayat yaşıyorsunuz modernizmi eleştirirken? 
Bir önceki albüm döneminde alışveriş yapmaya son verdim. Çorap bile almıyordum. “Şu ana kadar var olanlarla hayatımı geçirmek istiyorum” dedim.

 Bunun sırrını ben de istiyorum!
Öyle bir kafaya ulaştım. Kafamda ahlaki çatışmalar yaşadım, sadece vererek yaşamak istedim. Müzik yapmak ve birilerine ulaştırmak için bile bir çarkın içinde olmayı reddettim. İzole olup üretmeye ve kendim için yaşamaya karar verdim bir süre.

‘KADINLAR ŞİFALI’

 İyi geldi mi? 
Farkındalık açısından evet. Ama tabii ki çok da zorladı beni. Köklerime dönmeyi araştırırken bunu şehri iterek yapamayacağımı fark ettim. 3. albümde geldiğim noktada sisteme isyan etmektense onun bir parçası olarak, gözlemci olarak onunla birlikte var olmak istiyorum. Mağarama çekilip yaşamak istemediğime ve başka şeylere de ihtiyaç duyduğuma karar verdim. Çünkü bu düzen ne kadar insanlara batan, zorlu tarafları olsa da iyiye doğru evrilmeye müsait. Şimdi bunun yöntemlerini arıyorum, her şeyle daha barışığım.

 32 yaşında, hâlâ muzip bir çocuk ifadesi var yüzünüzde. Kadınlığın neresindesiniz?
Kafamdaki kadın figürü ayakları yere basan, dünya hakkında fikirleri olan, hayatını kurma yetisine sahip bir figür. Toplumda kendisini kısıtlamaya çalışan engellere karşı var olmaya çalışan bir savaşçı aslında kadın. Derler ya “Kadın doğulmaz, kadın olunur”. Dişiliğini çok daha cesur bir şekilde yaşayan ve yansıtan kadınları çok seviyorum. Kadın kahkahasını da çok seviyorum, kadınların birbirine verdiği enerjiyi de çok seviyorum. 

Kadın demişken, albümde “Kadınlar” diye bir şarkı var. “Kadınlar gördüm elbise yok, sırları zehir gibi bana akıyor” diyorsunuz. Ruhsal bir “catfight” (kız kavgası) mı yaşandı?
 Hayır, tam tersi. Zehir ve yılan benim için iyi şeyler, olumsuz imgeler değil. Toplumda “Ne korkunç” denen her şey bende arkasına bakma isteği uyandırıyor. Orada bir kadının bütün çıplaklığıyla bir diğer kadına akıttığı zehirden, yani şifadan söz ediyorum. Erkeklerden bir yere kadar bir şeyler öğrenebiliyoruz. Biz kadınlar olarak birbirimize çok daha fazlasını aktarabiliyoruz. Kaçışımız yok, o zehri almak ve o farkındalığa ulaşmak zorundayız.

 Özlüyor musunuz Ankara’yı? Yoksa en güzel tarafı İstanbul’a dönmek mi? 
Kendimi hiç Ankaralı gibi hissetmedim. Ankara’da çok güzel zamanlarım geçti, bütün bağlarım orada. Şehrin o ayakları yere basan tarafından çok beslendim. Ama bir Balık burcu olarak denizin olmadığı bir yerde yaşamak istemiyorum. Olmam gereken yer İstanbul, burada çok iyi hissediyorum.

Peki ya çocukluk? 
Çok güzeldi. Edirne’de civcivlerle, yaramazlıklarla geçti. Annemler biraz salmış beni, hep kendi dünyamda yaşadım. Böcekleri çok severdim, ilkokulda herkes oynarken dağa tırmanıp toprakların arasında böcek arardım. O zaman karıncalara ve uğur böceklerine takıntılıydım. Solucan beslerdim.

‘Uzaktan hikâyeler getiriyorum’ 

Ne demek “Finnari kakaraska”? Bir büyü ismi gibi değil mi?
Albüm bitti, bütün şarkılar hazır. Sıra isim bulmaya geldi, bu da beni en zorlayan kısım. “Bu albümün ruhu ne?” diye defalarca sordum kendime. Sonra elime bir kadın argo sözlüğü geçti. Öylesine karıştırırken içinde “finnari kakaraska” diye bir şey gördüm, “uzak yerler” demekmiş. Bir anda kafamda ampul yandı. Çünkü evet, söz yazarken ve müzik yaparken uzaktan hikâyeler getiriyorum gibi geliyor. “Finnar” aynı zamanda ateş demekmiş Farsça, “kakaraska” da bir kuş. Hepsi bir şeyler çağrıştırdı ve albümün ismi bu olsun istedim. Önce “Bir tuhaf sanki, emin misin?” dediler ama sonra herkesin hoşuna gitti.  Kimse kolay kolay 10 şarkılık albüm yapmıyor artık. Bu zamanda çok zor bir şeymiş. Gerçi hep zor 10 ayrı şarkıya ayrı ayrı odaklanıp bir yandan zamanla yarışmak. Çünkü insanların beklentileri var. Ama diğer yandan albüm inanılmaz bir şey. Bitirdikten sonra bir film yapmış gibi, büyük bir şey ortaya koyduğunu görüyorsun.

Gizem Sevinç SELVİ / HT CUMARTESİ 

23 Temmuz 2013 Salı

Benim Hikayem - Blue Jean Röportajı

 ALTERNATİF MÜZİĞİMİZİN PARLAYAN YILDIZI YASEMİN MORİ, ŞAŞIRTICI HAYAT ÖYKÜSÜYLE KARŞINIZDA...
 
DOĞU YÜCEL



Ne zaman, nerede doğdun?

1982 yılında, İstanbul’da doğdum.

Büyüdüğün yeri, yaşadığın mahalleyi anlatır mısın biraz?


Çocukluğumda babamın işleri dolayısıyla çok fazla yer gezdik. 2-3 yaşıma kadar İstanbul’daydım, sonra Kıbrıs’a geçtik. Kıbrıs’taki evimiz bir çiftlik evi gibiydi; bağlar, bahçeler, kümes hayvanları ve kendi yetiştirdiğimiz domatesler içinde çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Sonrasında Diyarbakır’da bulundum. Orası da güzel bir deneyimdi. 5 ila 7 ya­şım boyunca Edirne’deydim ve en güzel çocukluk anılarım oradadır. Annemler İstanbul’a geri döndüklerinde daha elverişli olduğu için beni ananemin yanına Edirne’ye bıraktılar, onun o çok sevdiğim evinde kalmaya ve benimle ilgilenişine bayılıyordum. Camekan balkonda, kocaman leğenler içinde sularla parmaklarım büzüşene kadar oynamama izin verirdi, yan dairede yaşayan kız kardeşi ve onun kızı Güldehen’le geçirdiğim vakit dünyalara bedeldi. Çok kalabalık bir aileydik. Apartman ananeme ait olduğu için ailenin büyük kısmı aynı apartmanda oturuyordu; gelenler, gidenler, misafirler... Büyük masalar kurulur, giderek yükselen seslerle oldukça canlı bir yaşayış hâli olurdu. Aynı yaştaki kuzenimle dünyanın tüm yaramazlıklarını yapmışızdır herhalde, öyle çok anlatacak şey var ki... Harika bir çocukluktu.

Aileni, anneni babanı biraz tanıtabilir misin? Ne işle meşguller ve senin üzerinde ne etkileri oldu?

Annem öğretmenlik okumuş, THY’de satış şefliği yaptı uzun yıllar ve oradan emekli oldu. Herkesi etrafında toplayan, müthiş bir enerjisi vardır. Çok sevecen, sıcak ve güler yüzlü biridir. Babamsa çok ilginç bir karakterdir. Kendisi bir yandan askeri okula giderken bir yandan da Mimar Sinan Üniversitesi’nde mimarlık eğitimi almış ve kafasında hep bu iki ayrı disiplinin çelişkisini ortalayabilmiş biri. Ve ablam, o olmasaydı hayat çok çekilmez olurdu. O kendi dünyasını bana kattı ve kişiliğimin gelişmesinde rol oynayan en önemli insan da odur. Müziğe bu denli düşkün olmamın sebeplerindendir. Spora, baleye, koroya getirip götüren, kendini adayan, dünyanın 7. harikasıdır. Yeğenim Lara da onun eseri. O neler yapacak merakla bekliyorum.

Nasıl bir çocuktun?
Her çocuk gibi oyun peşinde koşan, muzır, yaramaz... Sakin olduğum zamanlarda ise son derece hayalperest, kendi dünyama çok düşkün bir çocuktum.

İlk çocukluk merakların neydi?
Koleksiyon yapma çılgınlığım vardı... Peçete, düğme, misket, gazoz kapağı, pul koleksiyonu, eski para koleksiyonu yapıyordum. Çok heyecan verici bir uğraştı, şimdi 9 yaşındaki yeğenim Lara da maske koleksiyonu yapıyor.

Çocukken "Büyüdüğünde ne olacaksın?" diye sorduklarında ne derdin?
Bu çok uzun bir listeydi sanırım:) Şarkıcı, dansöz, bilim insanı ve astronot aklıma ilk gelenlerden.

Sporla aran nasıl? Hâlâ yaptığın sporlar var mı?
Sporla aram hep iyi olmuştur. Kuzenim sayesinde minicikken futbol oynayarak başladım. İlkokulda yüzmeyle devam etti, lisanslı yüzücü olarak 2 sene durmadan yüzdüm, bale yaptım, paten kaydım. Ortaokulda basketbol sevdasına tutuldum, okul takımında ve çeşitli takımlarda oynadım.

Çocukken sahip olduğun favori oyuncakların var mıydı?
Vardı, bir oyuncak bebeğimle yıllar geçirdim. Bir tane de çok sevdiğim oyuncak maymunum vardı, ismi Alex’ti.

Hafızanda yer etmiş bir "ilk hatıra" var mı? Yani hatırladığın ilk an...
En eski hatıram sanırım 2 yaşımdayken manavda üzüm yemek için elimi uzattığımda arı sokması... Çok ufak bir yaş olmasına rağmen o hatırayı en ince detayına kadar hatırlıyorum. Mekânı, kokuları, hissiyatı, kendi çocuk arabamı, annemin beni kucağına alışını, birçok insanın yüzünü, bana bakışlarındaki şefkati...

Çocukken "Bu çocuk ileride müzisyen olur." dedirten bir emare var mıydı?
İlkokuldan itibaren bariz bir şekilde güzel sanatlara olan yatkınlığım ortadaydı.





İlk okul, ortaokul, lise yıllarında nasıl bir öğrenciydin? Derslerin nasıldı? En sevdiğin dersler, en zorlandığın dersler vs. nelerdi?
Çok fazla okul değiştirdim... 6 yaşımda Edirne Şehit Asım İlkokulu'na başladım. 7 yaşında Ankara'ya ilk gittiğimizde mahalle okuluna devam ettim ve çok zorlu zamanlardı... 4. sınıfta bir operasyonla Yükseliş Koleji’ne transfer oldum. Sportif faaliyetlerde bir numara bir okuldu, ben de kendimi tamamen yüzmeye ve buz patenine verdim. Ortaokul hazırlıktan itibaren yetenek sınavlarıyla öğrenci alan, müzik ve resim konusunda daha kapsamlı ders veren bir okul olan Özel Bilkent Lisesi’ne gittim. Özel Bilkent, okul hayatımı şenlendiren ve beni farklı kılan yerdir diyebilirim. Bildiğimiz müfredat sistemini izlemiyorduk, özgürlükçü bir okuldu, araştırmaya dayalı bir eğitimdi. Resim, müzik ve spor en önemli alanlardı. Serbest kıyafet sayesinde kızlar pantolon da giyebildikleri için erkeklerden ayrılmıyordu ve bu bence çok önemli bir ayrıntıdır. Oldukça başarılı bir öğrenciydim. Lisede de yine bir değişiklik yaşadım ve üniversite sınavlarıyla uyumlu olan ODTÜ Lisesi ne transfer oldum. Lisede okul değiştirince normal sisteme hiç alışamadım ve derslerde kitap okumaktan başka bir şey yapmadım.

Üniversite hayatın nasıl geçti? Nerede veya nerelerde okudun?
Bilkent Üniversitesi Grafik Tasarım bölümünde okudum. Düşünceyle, sanatla, üre¬terek, paylaşarak, müzikle dolu geçirdiğim, güzel senelerdi.

İlk aşk hikayen neydi?
İlk aşk hikâyem Özel Bilkent’teydi... Okulda son derece yetenekli, sempatik, komik, fırlama bir çocuk vardı... Bayılıyordum ona!:)

İlk ciddi ilişkini ne zaman yaşadın?
Üniversitede...

Aşk için yaptığın en büyük fedakarlık nedir?
Fedakarlık sayılır mı bilmem ama; kendimi bulmak için kendimden vazgeçmek...

İlk enstrümanın neydi? Nasıl almıştın?
Babamın Anadol’unu satıp karşılığında birkaç eşya alma hikâyesi vardır, o eşyalardan biri de ablam için alınmış Casio orgdur...
İşte onunla oynayıp duruyordum. Şimdilerde Görkem Karabudak, Kara Orkestrada çalıyor onu, çok mutlu oluyorum.

Hayatının dönüm noktası olarak gördüğün anlar var mı?
Albüm yapmaya karar verdiğim an...

KISA KISA

Favori kitapların? [Neil Gaiman "YILDIZ TOZU"]
[Thomas Mann "BÜYÜLÜ DAĞ" [C.P.Estes "KURTLARLA KOŞAN KADINLAR"]
Favori filmlerin? JIM JARMUS FİLMLERİ, "JODOROWSKI", "HOLY MOUNTAIN", "MERMAIDS"  
İlk satın aldığın albüm? Ablamdan kalma çok fazla rock ve caz albümü arasında büyüdüm, ilk aldığım albüm ise ACE OF BASE’inkiydi.
En sevdiğin bilgisayar oyunları?
“THE DAY OF TENTACLE" diye bir oyun vardı ben çocukken,uzay gemisiyle zamanda ileri geri gidebildiğin bir oyun...
En sevdiğin televizyon dizileri / şovları?
TV izlemiyorum.
Hangi takımı tutuyorsun?
BEŞİKTAŞ, birde İstanbul United :)
Dliğününde kimin sahne almasını isterdin?
Mulatu Astatke, Erykah Badu, Pharoah Sanders
Cenazende hangi şarkının çalmasını isterdin?
Ornette Coleman - 'Lonely Woman’ olabilir. "Our Roots Began in Africa" gibi dünya caz müziği seçkileri yapardım. Karmaşık duygular yaşamalarını isterdim insanların. Onları halden hâle sokabilmek, onlara ilham vermek, üzerken sevindirmek isterdim.


Peki hayatın boyunca başından geçen herhangi bir şeyi ya da aldığın herhangi bir kararı değiştirmek ister misin, istersen bunlar neler olur?
İstemem. Bazen uzun yolu kısa yollara tercih etme kararlarım vardır, kısa vadede yorucu ama uzun vadede hep faydasını gördüm. Hayatımdaki her olayın her rastlantının beni bu noktaya getirmesinden, düşünüş ve yaşayış şeklimden memnunum.



“BİZİ DOĞADAN VE BİZDEN BAŞKA KİMSE YÖNETEMEYECEK."

Geleceğe dair en büyük hayalin nedir?
Dünyanın daha iyi bir yer olduğunu, dünya üzerindeki insanların barış ve huzur içinde, daha özgür, daha uygar, daha yaratıcı, daha korkusuz olduklarını görmek... Hiçbir sistemin ya da dayatmanın insanlara boyun eğdirmeyeceği, insan onuruna layık bir yaşam tarzı... Farkında, aydınlık, uyanmış bireyler, doğa ile bütünlüğünü hisseden insanlar etrafında yaşamak, üretmek, etrafa ışık yaymak... Bugünlerde bu ortam oluşuyor, umarım filizlenen bu anlayış ormanlara dönüşecek ve bizi doğadan ve bizden başka kimse yönetemeyecek bir hâlde bırakacağız burayı. Benim için Dünyanın anlamı budur.

Bu aralar neler yapıyorsun, yakın vadedeki planların neler?
Gezi Parkı olaylarıyla ilgileniyorum... Değişimin, düzenin yanlışlarına olan isyanın bu denli toplumsal bir hal alması bence müthiş bir durum. Daha insancıl, demokratik, özgür ve yeşil bir dünya için birleşerek bu sesi çıkartabilmiş olmamızı hayranlıkla izliyorum. Hepimiz için çok fazla ders, çok fazla hayat var burada. Bununla beraber yeni albüme başlamak için sabırsızlanıyorum... Şarkılar, hikâyeler, tınılar hazır, tatilden sonra başlıyoruz.

"Deli Bando" albümüne yeni klip veya klipler gelecek mi?
Evet, ‘Işığa Geldi Çocuklar’ için Seha Can’ın neredeyse 8 aydır durmadan çizerek oluşturduğu harikulade bir animasyon video geliyor. Bir de ‘Muşta' için şahane bir fikrimiz var, Gezi olayları nedeniyle erteledik, başarabilirsek onu da yapacağız.


BLUE JEAN - Temmuz 2013

25 Haziran 2013 Salı

"Hiç ölmeyecek gibi nasıl yaşanabilir ki?" B:ra Dergi Röportajı


Yasemin Mori yıllar önce kendisini sahneye attığı Kings of Convenience konserinde başlayan gizli/gizemli yükselişi 2008 tarihli Hayvanlar albümü ile iyiden iyiye ivme kazanmıştı. Punk makamından deli dolu çalıyordu orada burada. Arkasından delisi kaldı, dolusu arttı ve yaklaşık üç yıllık stüdyo arasının ardından geçtiğimiz aylarda Deli Bando isimli ikinci albümüyle bu kez başka telden güzellikler getirdi bizlere.

Röportaj: Eray Aytimur
Fotoğraf: Gürcan Öztürk

Deli Bando'da delibozuk Yasemin'e Ediz Hafızoğlu (davul), Baran Say (kontrbas), Barlas Tan Özemek (gitar), Can Çankaya (tuşlu çalgılar), Korhan tutarı (soprano ve tenor saksafon), Hakan Çimenot (trombon) ve Ertan Şahin’den (suzafon) oluşan son derece usta bir cazcı kadrosu eşlik ediyor. Yasemin Mori ile 2011’in güneşli bir bayram günü iki deli olarak başlattığımız Deli Bando sohbeti 2013’ün karlı bir gününde son buldu. Tarihin en uzun zamana yayılmış bu röportajı da bir kez daha gösterdi, deliye her gün bayram.

Biz seninle en son geçen sene kasımda röportaj yaptık ama albüm çok sonra çıktı. Niye gecikti?
Gecikmedi. Her şey çok zamanında gidiyor. Piyasa içi bir şey döndürmek için o zaman bu zaman değil, her şeyin kendi zamanında olması gerektiğine inanıyorum. Kendime dönüşümümü sağlamam gerekiyordu Hayvanlar’dan sonra o çarkın içine girip bir albüm yapsaydım da olurdu ama ben bütün algımı başka bir boyuta taşıdım. Eğer insanların ilgisiyle müzik yapmaya devam edersem ne kendimi ne insanları değiştirebileceğimi anladım. Bu kadar el üstünde tutulurken ve pohpohlanırken "Bu değil, bu değil, bu da değil" diyerek albüm yapmaktan daha önemli şeyler olduğunu keşfettim. Bundan sonraki hareketlerim daha seri olabilir. Eskiden ürettiğim şeyin bende tam olarak dönüştürücü bir etkisi olmuyordu.

Gerçek müziğin insanlara ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Müziğin olayı arayıştır.
Müzik bir derya ve düşün ki, sen bir yere tutunmuş orada duruyorsun. Oradan gitmemeye çalışıyorsun. Bunun müziğin doğasına aykırı olduğunu düşünüyorum. Umarım insanlar o doğayı keşfeder.

O dönüşümle birlikte sound da değişmiş. Artık bu klasmanlar anlamsız ama bir müzik markete girdiğinde isimlerine en çok caz rafında rastladığımız müzisyenlerle çalıştın.
Caz da diyemeyeceğim de benim ve çaldığımız müzisyenlerin hayallerinin birikimiyle çıktı tamamen. O yüzden tek bir şey söyleyemiyoruz, rock veya caz gibi. Biraz kırma. O kadar çok şeyden besleniyorsun ki, bir noktadan sonra o beslendiğin şeylere referans verebilmek bile çok güç oluyor. Bundan sonra belki şunu denedim, bunu denedim diyebileceğim işler olabilir ama bu albüm onu yapan ruhların bu ana kadar biriktirdiği bir sürü şeyden yoğunlaştı.

Alternatif sözcüğüne nasıl bakıyorsun?
Ana akımın dışında kalan insanlar demeye çalışıyorlar alternatif derken. Ana akım başka itkilerle devridaim yapan bir şey. Ben onu sevmiyorum zaten, insanın kendi kendini değiştirerek evrenini genişletebileceğini düşünen bizim gibi insanlar ana akıma daha uzak kalmış oluyorlar. Belki bir noktada hepsi birbirine yaklaştığında ana akım o olacak. Gerçek müziğin insanlara ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Müziğin olayı arayıştır. Müzik bir derya ve düşün ki, sen bir yere tutunmuş orada duruyorsun. Oradan gitmemeye çalışıyorsun. Bunun müziğin doğasına aykırı olduğunu düşünüyorum. Umarım insanlar o doğayı keşfeder.

90’larda Türk pop onun da iyice laçkalaştığı zamanlarda sen miniktin. “Abone" dansı filan yapıyor muydun sen de?
Hiç farkında değildim vallahi Türk popunda neler olduğunun. Çünkü ablam konusunda çok şanslıyım Onun arşivinde Yellow Jackets’tan tut John Coltrane'e kadar her şey var. Benden 10 yaş büyük. Onun odasından sızan bir müzik vardı. Ben onun hayranı ve hastasıydım. Onlar genç, kızlar toplanıyor, gitar çalıp sevgililerinden bahsediyorlar. Ben tek başımayım yan odada kafayı yiyorum. Allah'tan paralel hatlar vardı da o paralelden konuşmaların dinlerdim. Ama bir ablanın yapmayacağı şeyler yaptı benim için. Ankara'nın o kar kışında dolmuş sırası bekler, beni koroya götürür sonra alırdı. Baleye götürürdü, çok kutsal bir insandır kendisi.

Albüme ismini veren parçadan biraz ayrıntılı bahsedelim yine, "Deli Bando" deli deli bir şey.
Albümün belkemiği gibi, ortasında çıktı "Deli Bando". Aslında çok önceden tasarladığım bir parçaydı ama doğru parçalar birbirini bulunca gerçek bütünlük oluştu, "Deli Bando" neredeyse bir günde çıktı. Evet, bir acayip oldu. Konserlerde çalmaya başlayarak şarkının esasına ulaştık. Benim de ikinci grubumla bir konserler serisi yapabilme şansım oldu kayda girmeden önce. Sahnedeki performansı kayda nasıl geçirebileceğimizi anlamak için iyi bir fırsattı. Benim bir yolculuğum, Korhan (Futacı) ve Barlas'ın (Tan özemek) ise ayrı bir yolculuğu var. O yolculuğun hangi noktalarda kesiştiğinin keşfini yapabilecek uzun zamanımız oldu. Bu şarkı nerede olduğumuz ve nereye gittiğimiz konusunda bir kırılma noktasıydı ve bundan sonra her şey daha kolay oldu. Hepimizin hayatını etkilediği için bu şarkıya ister istemez güvenmeliyiz.



Korhan ve Barlas’ın varlığı albümü nasıl etkiledi?
İlk albümün çıkışından beri müziğin ne ve nasıl olması gerektiği konusunda fikir alışverişi halindeyiz. Müziğin ustaları, püf noktaları ve çeşitli hassasiyetleri var. Onun ne olduğu konusunda gözümü açtıran onlar oldu. Benim bildiğim ama artık unutmaya yüz tuttuğum fikirleri tekrar canlandırdılar kafamda. Neden müzik yapıyorum? Bunun anlamı ne benim için? Müzik niye yapılır? Bu sanatın incelikleri neydi? Sanat, müzik ya da herhangi bir şey için onun özüne temas edip orada zaman geçirmen gerekiyor ki, devam edebilesin bu işi iyi bir şekilde yapabilmeye. İlk albümün son konser döneminde karakterim o kadar sivrilmişti ki, kendimle ilgili birçok şeyi değiştirmek zorunda kaldım. Çünkü süreci tıkayan bir şeydi.

Buna kendi aramızda "Aydınlanma Çağı" dedik ya, fikirlerinle birlikte dinlediklerin nasıl değişti?
Bir kere konsantrasyonum yükselince müzikler de büyüdü. Hep dünyadan müzikler dinliyordum zaten. Yine caz dinliyordum ama şimdi çok daha fazla algılayabiliyorum. Eskiden benim için bir oyun alanıydı.
Şimdi daha fazla analiz edip zevk alabiliyorum. Dinlemenin önemini kavradım. Açıkçası ben en çok caz dinliyorum ama caz derken esas siyahî müzikten hoşlanıyorum. Müziği en iyi onların anladığını düşünüyorum. Rock dinlemeyi bıraktım. Britpop, Britrock ve televizyonlarda gördüğümüz müzik biçimleri benim için değerini kaybetmeye başladı.

O müziği seviyorum, bu müziği seviniyorum diye biz dinleyici kanadında yorumlar yaparken peki sen hangi dinleyiciyi seviyor hangisini sevmiyorsun?
Herkes dinleyici olabilir. O müziği gerçekten yaşamak istiyor mu istemiyor mu? Aşırı derecede Amerika'da ve İngiltere'de üretilen müzikleri tüketmeye yönelik insan biçimi var. O bana çok sıkışık ve tekdüze geliyor. Benim de gençken sadece Britanya müziklerine zaman ayırdığım oldu. Cazın emprovize çalımlarına insanların yakın olması hoşuma gidiyor. Ben oralardan besleniyorum. Sahnedeki halime tavrıma, hayatıma yansıyor.

Bu söylediklerin albüme bir güzel yansımış.
İyiye ve güzele doğru gitmek isteyince oluyor. İnsanlar niye daha iyi hayaller kurmuyorlar? Saflıkla, iyilikle yapınca oluyor. İnsan çok enerjik bir varlık, çak güçlü. Müzik ise sonsuz. Benim asla ulaşamayacağım derya müzisyenler var. Onların farkı ne? Daha çok istemişler, uğraşmışlar. İyiye daha meyilli olmuşlar. İnsanların biraz iyi şeylerle kafaları doldurmaları gerektiği konusunda kendimde bir sorumluluk hissediyorum. Nereden bakarsan bak, en kötü haliyle bile insan inanılmaz bir kaynak. İnsanın çok değerli ve çok değersiz olduğunu Öğrenmesi gerekiyor. Korkulacak bir şey yok.

Hayvanlar albümü ortaya çıktığında rock insanı olarak tanındın. Bu albüm seni o hâlinle benimsemiş olanlarınla aranda bir mesafe yaratmayacak mı?
Sanmıyorum. Sonuçta rock kökenli biriyim. Cazcı değilim. Henüz insanların bilinç düzeyiyle ilgilenmem beni rock'çu yapıyor. Cazcı dediğin bunları aşmıştır. Müzikle ilgili çok farklı bir evrededir. Belki her şeyi çalarak değiştireceğini de bilir. Ben zaten nasıl cazcı olayım? O başka türlü bir yoğunluk. Ama caz çalan insanlarla birlikte olmak müziğin gerçeğine ulaşmak adına çok güzel.



"Muşta" epey sevildi değil mi?
"Muşta" canı yanan bir savaşçının hikâyesi gibi geliyor bana Aslında bu sürecin ne kadar zor olduğunu anlatıyor. "Yapamıyorum, niye böyle oluyor' demeden bu zorluğu yaşayabilmek... Ben depresyona çok meyilliydim. Yine çok etkileniyorum ama artık bir şekilde dengeleyebiliyorum. "Muşta" da bütün bu sürecin, "albüm yapmak kadar manyakça saplantılı bir dönem yoktur"un yansıması. Dünyaya kesinlikle adapte alamadığını dönemde hep müziğe bel bağladım. Müzik dışında çok arayışı olan biri değilim. Psikolojik olarak gereken sürece karşılık geliyor herhalde "Muşta". Zor bir şey ama bunu kaldırabilirim, daha iyisini yapabilirim hissi.

Görünüşe bakılırsa Erasmus'un ifadesiyle, güneşe fenerle bakanlarımızdan biri değilsin artık.
İnançların, aklın ve sağduyunun, değerlerin aynı anda hâkim olabildiği bir dünya düzeni gerçekleşecek mi bilemem ama insan bunu hiç değilse kendisi için isteyebilmeli. Konularımız ancak nasıl yönetileceğimizle ilgili değildir. İyiliğin özünde sadece âtıllık olmadığından birilerinin bahsetmesi gerekiyor ki, insanlar ne yapıyorsa yapsın.

Tam da buradan "Geronimo"ya geçelim. Serpil Barlas’ın bir zamanlar yaptığı Kızılderili içerikli muhabbetleri bir adım öteye taşırsak, Kızılderililer sence nasıl bir toplum?
Konuştuğumuz her şey "Geronimo’da gizli. Küçükken Saklıkent'e gitmiştik. Orada mükemmel bir gün geçirdikten sonra çıkıştaki alabalık çiftliğinde alabalıkların nasıl öldürüldüğünü gördüm. Ağlamaya başlayıp saatlerce süren bir olay çıkardım. Hayata ve insanlara karşı bir tepkim olmuştu böylece. Nasıl insanlar ne kadar çabuk unutuyor? Amerika'nın gerçek sahibi olan Kızılderililer son damlalarına kadar yok edildi. Ve tıpkı benim gibi, Amerika'da yaşayan birilerinin de her gün onları düşünüp titremesi gerektiğini düşünüyorum. Kızılderililer, hayvanların iyilik ve bilgeliğinin insanda vücut bulduğu topluluk. İnsanın o kadar güzel olması mümkün değil ama Kızılderililer bunu başarabilmiş. "Ah Obama" diye kendinden geçiyorsun, iPhone alıyorsun, Twitter'dan mesaj atıyor, yani kapitalizm içinde yaşıyorsun tamam, ama toplumların nasıl bu sistemlere girdiğini bilmek gerekiyor "Geronimo" bizim zorla içine çekildiğimiz savaşı temsil ediyor. Barışçıl bir toplumun bile elinde tüfekle resmedilerek düşürüldüğü ikilemin temsili "Geronimo". Ama onu öldüremezsiniz, çünkü o insanların kafasında yaşıyor ve saflığı anlatıyor. Benim kahramanım ve hepimizin de kahramanı olsun istiyorum.


B:ra - Bira Kültürü Dergisi - Sayı 3
Mart  2013

16 Mayıs 2013 Perşembe

Neden Yasemin Mori'yi beğenmemiz gerekiyor? (Vogue Türkiye)

Müzik bir orman ve o ormandaki her canlıyı ayrı bir müzik türü gibi düşünün. Yasemin'in müziği de işte o ormandaki güzel bir köşe, ufak bir dere, kenarda bir şelale, bir gölet, yeşil ve mavi. 
 Fotoğraf: Emre Ünal

 Neden Yasemin Mori'yi beğenmemiz gerekiyor? Tamam, illa ki beğenmeniz gerekmiyor ama en azından yaptıklarını takdir etmeye başlayabilirsiniz. Maksat dünya görüşünüz açılsın. 
Yasemin'in çıkış klibini ele alalım (Aslında Bir Konu Var). Daha önce böyle bir parça dinlemiş miydiniz? Yapı olarak, söz olarak, videosundaki görsellik olarak? Dinlediğiniz şey neye benziyor? Bunları düşündüğünüz zaman Yasemin'in tüm işlerinde ilk günkü gibi yeni şeyler görmek çok sevindirici. Bu albümleri hangi tarza sokabilirsiniz?

    Yasemin'in yaptığı müziğin bence pek bir tarifi olmaması da müzik dinleyen insan için ayrı bir zevk. Neden derseniz şundan. Her tüketimde olduğu gibi müzik tüketiminde de bir noktada dinleyici olarak tarzlara ve türlere açık bir insansanız (yani gerçek demokrat gibi bir şey) hep aynı havaları dinlemek sizi pek kesmeyecektir. Tamam müzik dinleyicilerinin hepsinin güvenli bir limanı vardır. Ama müziği seviyorsanız yeni türleri de kucaklıyor olmanız gerekiyor gibi geliyor bana. Müzik bir orman ve o ormandaki her canlıyı ayrı bir müzik türü gibi düşünün. Yasemin'in müziği de işte o ormandaki güzel bir köşe, ufak bir dere, kenarda bir şelale, bir gölet, yeşil ve mavi. 

 Kaan Sezyum
Vogue Türkiye - Mayıs 2013

30 Nisan 2013 Salı

Vogue Dergi Mayıs 2013

Kaan Sezyum, Vogue Türkiye için Yasemin Mori'yi yazdı...
 
Vogue Turkiye / Mayıs 2013

 

27 Ekim 2012 Cumartesi

Yasemin Mori’nin “Deli Bando”sundan izlenimler

 “Deli Bando” öyle pek bildiğiniz alıştığınız türden bir albüm değil, hemen “Pardon bu çalan neydi?” dedirtiyor


Yasemin Mori’nin beklenen albümü piyasaya çıktı” desem ne kadar sıradan bir cümle değil mi? Ama değil. “Beklenen” lafı ilk kez bir magazin klişesi olarak kullanılmıyor bu cümlede.
 Hakikaten bu kadar fazla “bir yıldır beklenen ve tam çıkacakken bir türlü çıkamayan albüm” yoktur herhalde.

Geçen sene bu zamanlarda yeni albüm geliyor haberleri gündemdeydi. Hatta muhtelif lansman konserleri yapıldı, gazeteciler, müzik basını, konuyla ilgilenen blog ve siteler, e-dergiler, Facebook, Twitter ve muhtelif sosyal medya kuvvetleri albümün çıktığını müjdeledi. Ama albüm çıkmadı. Çıkar gibi yaptı ama çıkamadı. Kayıtlar yapıldı çöpe atıldı, tekrar yapıldı, uzadıkça uzadı yani anlayacağınız.

Ben de uzatmayayım izlenimlere geçeyim.

* Beklediğimize değmiş. Albüm belli çok uğraştırmış ama amacına ulaşmış. Yasemin Mori kafasına koyduğu albümü yapmış.

* Yıllarca her kuşaktan, her türden, erkek ya da kadın minik Sezen Aksu’lar dinledik, hâlâ da dinlemedeyiz. Yasemin Mori onlardan değil. “Kadın vokal” dendi mi akla gelmeyen, bizde pek olmayan bir türde şarkı söylüyor. Buna “kafasına göre” de diyebiliriz sanırım. Orijinal bir tarz bu. Bu albümde Mori bu tarzını ustalaştırmış.

* Albümdeki şarkıları tanımlamak için alternatif pop, avangart pop, rock, indie ya da benzeri onlarca tanım ve kategori üretmek mümkün. Ben “sıradan olmayan pop” demeyi tercih edeyim. Şahane bas melodileri, saksofonlar, piyano, cazın farklı renklerinden altyapılar birbirine karışıyor bu 10 şarkıda.

* Birbirinden farklı tarzları Mori çok iyi bir araya getirmiş. “Dünya” şahane bir pop şarkısıyken, “Venüs’te Uyandım” neredeyse emprovize caz sularında geziniyor. “Muşta”da indie rock sınırlarında dolaşıyoruz, “UsturaBjörk tarafından coverlanan bir Led Zeppelin şarkısı gibi. “Gerenimo” albümdeki şarkıların düzenlemelerini yapan Korhan Futacı’nın etkisinin en fazla hissedildiği şarkılardan. Futacı Tamburada, Dandadadan’ın ardından Korhan Futacı ve Kara Orkestra adıyla devam ediyor bir yandan kişisel kariyerine. Mori’nin tarzında ve müziğinde etkisi büyük. Albümde bu durum hissediliyor.

* Mori’ye eşlik eden müzisyenler arasında Çilekeş’ten tanıdığımız Görkem Karabudak, Tamburada ve Dandadadan’ın ardından halen 123 ile müziğe devam eden Berke Can Özcan da var. Tek tek isim saymadan şunu söyleyebilirim, grup bazen iyi bir blues ya da rock grubu gibi çalıyor, bazen Danimarka’dan gelmiş bir caz ensemble gibi. Mori herhalde bu ekip olmasa bu işi başkalarıyla yapamazdı.

 * İlk albüm “Hayvanlar”ı beğenenler eminim daha ana akıma yakın bir ikinci albüm bekliyorlardı. Mori çizgisini bir kademe daha geliştirip indie rock’tan caza uzanan yeni bir tarz yaratmış kendine. Kimi zaman bağırarak kimi zaman fısıldayarak şarkı söylüyor ve sahnede bir tiyatral kişilik yaratıyor. Bu bir sahne “persona”sı mıdır yoksa kendi de böyle biri midir bilemiyorum. Tek bildiğim ters bir şey yok müziğinde.

* Alternatif müzik denen alanın tekdüzeleşmesinden de, popun sıkıcılığından da, seri üretim şarkılardan da sıkıldım. İster avangart deyin, ister alternatif, ister indie, ister “uçmuş ya bu kız”; yeni ve güzel bir şeyi temsil ediyor bu albüm. Ve insana kendini dinletiyor. Tavsiye ederim...


Mehmet TEZ - Milliyet Cumartesi / 27.10.2012

21 Ekim 2012 Pazar

Ne popülerlik, ne para, ben müzik istiyorum

 İlk albümü 'Hayvanlar'la farklı ve kendine özgü tarzını ortaya koyan Yasemin Mori, uzun bir aradan sonra yeni piyasaya sürdüğü 'Deli Bando' albümüyle dinleyicilerini şehrin kalbine ve evrenin derinliğine inmeye davet ediyor.

 Fotoğraf: Sedat Özkömeç

Ortaokul yıllarından beri kendi sözlerini ve bestelerini yapıyorsun. Müzisyen olmaya ne zaman karar verdin? 

Müzik çocukluğumdan beri hayatımda... Evde yüzbinlerce ses kaydım var. Üniversitede grafik okumaya karar verdim ve çocuk kitapları yazdım. Fakat bir süre sonra müzik bana kancayı taktı.

Ne zaman?


Üniversitenin son senesiydi. Bitiş projem için hazırlanıyordum. O sırada birileriyle tanıştım. Arabada kendi kendime şarkı söylerken 'Sesin çok acayip' dediler. O zamana kadar okulda gruplar kurmuştum, hocalarımın gruplarında şarkılar söylüyordum. Benim de aklıma yattı, İstanbul'a geldim stüdyoya girdim. İlk defa stüdyoda sesimi duydum çok hoşuma gitti. Fakat iş profesyonelliğe gelince çok çalışmak gerekiyor.

Yardım aldın mı?

Tabi ki... Çünkü yardım almadan mümkün değil yapamazsın. Müzik okyanus gibi... Yüzmeyi bilmezsen boğulursun. Başta onları dinlemek de zordu. Çünkü kafanın dikine gidiyorsun. Sen aslında uçuyorsun, yere bastırıyor ayaklarını. Bir şekilde o dengeyi kurdum. İyi bir şan hocam var.

Ailen ne diyor?

Onlar çok memnun. Aklım fikrim sanat... Kimse beni durdurmaya çalışmadı, aksine desteklediler. Ablam da müzik tutkunudur. Arşivini benimle paylaştı. Babam klasik müzik hastasıdır. Evde keman, piyano konçertoları dinlenir, Cumartesi günleri operaya gidilir. Müziğin büyük bir sanat olduğunu ve onunla her şeyi yoğurabileceğimi düşünüyorum.

Dışarıdan nasıl tepkiler geliyor?

Seyircimle kurduğum bir bağ var. Onlar benim ne demek istediğimi anlıyor. Polemik sevmiyorum. Bütün düşüncelerde insan özgür olmalı. Herkesin beni anlaması da gerekmiyor. Sanatçıyım, işime gücüme bakıyorum, konserler veriyorum, arada sürçü lisan ettiysem af ola. Ama kimseyi üzmek, acıtmak istemiyorum. Aksine insanlara şifa olmak istiyorum. Konserlerimde çok saygısızlaşanlar da iyi dinleyenler de var. Benim için hepsi değerli. Geçen ki konserime Lale Müldür'ü çağırdım. Tanımadılar, o da tepki gösterdi. Anlaşılmasam da özgür olmak istiyorum.

Özgür olabiliyor musun?

Oluyorum. Kimse beni özgürlüğümden alı koyamaz.

Popüler dünyadan bu yüzden mi uzaksın?

Tabi. Şöhretlerin hiçbir gerçeği yok. Artık beni kimse yıldıramaz. Deli Bando yavaş yavaş kavranacak bir albüm. Böyle bir albüm yaptığım için alnım ak ve yerim sağlam.

'Hiçbir zaman kendimi bu dünyaya ait hissetmiyorum' demişsin. Nereye aitsin?

Aslında bu dünya çok güzel... Savaşların, cinayetlerin, ölümlerin olduğu bir dünya haline geldi. İyi düşünen, güzel şeylerden beslenen değerini bilenlerin susturulduğu bir dünya... Bu anlamda bu dünyaya ait hissetmiyorum.

Neden buradasın peki?

Bu dünyaya geldim çünkü söyleyeceklerim var. Kopuk bir ruh olarak yaşıyorum. İyilik ve sevgi için bu dünyada olduğuma inanıyorum. Bu sistemden alabileceğim bir şey yok benim. İnsanların hırsları ve egolarıyla uğraşmalarını bebeklik olarak algılıyorum. Paylaşamamak bütünü görememek gibi küçük engellerle buraya geldiklerini düşünüyorum. Ben kendimi öyle hissetmiyorum, benim gerçeğim bu değil.

Hayatta herkesin bir zaafı var. Seninki ne?

Benim zaafım aşk ve meşk. Onun dışında maddesel bir beklentim yok. İnsanları hayvanları korumak istiyorum. Ağaçlarım var onları besliyorum. Kendi merkezinden çıktığında maddeye karşı zaafın olmuyor.

Bir önceki albümünün adı 'Hayvanlar'dı. Onlarla bu kadar iç içe olmanın nedenlerinden biri özgür olmaları mı?

Kısmen öyle. Hayvanlar saf varlıklar, insanlar gibi düşünmüyorlar. Çok daha özgürler. Elbette insan en yüce varlık. İnsanlar daha zor sınav veriyor. Sistem insanları uyuşturuyor. İnsanın özü iyiliğe çok yakın aslında. Kentte yaşamayanlar daha temiz kalıyor. Kalpleri, inançları, muhakeme yetenekleri çok güçlü...


Deli Bando herkese ulaşsın


Bu albüm ne anlatıyor bize?


Böyle gitmeye devam ederse bu sistem çökecek. İnsanların ruhuna hitap etmesi lazım, ekolojik dengeye dikkat edilmesi gerekiyor. Herkes o ruhu geri almak istiyor. Hasıraltı edilen, unutulmak istenen her şey bir gün yeniden ortaya çıkacak. Çünkü kaybolmadılar. Dünyanın bir dengesi var.Albüme büyük emekler verildi. Gerçek bir ortamda, ağaçların altında yapıldı. Çok özendim. İnsanların benliğinden çıkarak hareket ettik. Umarım bu insanlara ulaşır. Deli Bando coşkuyla ne demek istediğini söyler.

Kimseden maddi yardım almadım

Nasıl ayakta kaldın?

Herkes ikinci albümü sorup duruyordu. Çok zor zamanlar geçirdim. Hiç kolay değil bütün sisteme arkanızı dönüp bir şeyler yapmak. Maddi değil manevi bağlarla bir şeyler yaptım. Hiçbir maddi destek olmadan ayakta kaldım. Ben bunu yapmayı başardım herkese de tavsiye ederim. Çünkü istenirse yapılabiliyor.

Bu yolu seçenlerin sayısı neden çok az?

Çünkü herkes kapitalizm karşısında çok korkak davranıyor. 'Ben bu oyunda yokum' dediğinizde inanın yolunuz açılıyor. Olduğu gibi kabul etmek zorunda değiliz. Ailemin maddi durumu iyiydi fakat ailemden yardım almadım. Kendi ayaklarımın üzerinde durmayı başardım, herkes başarabilir. Kendim için ve insanlar için iyi bir şey yaptığıma inanıyorum.

KAPİTALİST DÜZENİN PARÇASI DEĞİLİM

Sana 'Şehir Ozanı' diyorlar. Bu adı kim verdi?

Asu Maro hakkımda böyle bir yazı yazdı. Ben o sırada hiç ciddiye almadım ve işin doğrusu bana ağır da geldi. Bir tane albüm yaptım ne şehir ozanı? diyordum. Sonra fark ettim ki gerçekten gittiğim yol öyle bir yol. Çünkü ben insanları çok hisseden biriyim. Özgürce, sistemin getirdiği yanlış kalıpların kırılmasını istiyorum. İnsanların daha iyilerini hak ettiğini düşünüyorum.

Seni en çok ne etkiliyor?

Yaşadığım şehrin kaosundan etkileniyorum ve ondan besleniyorum. Kendi dünyamı kurup insanlara oradan seslenmek istiyorum. Bunun için en alttan başladım. Ezilenleri hissederek, söz sahibi olamamışları, kapitalizmin yüceltmediği insanları önemsedim.

Neye karşısın?

Kapitalizmi asla sanatıma bulaştırmam. Parayı önemsemiyorum.

Bu sistemden kendini ayırıyor musun?

Hayır, diliyorum. Sonuçta ben de bu gerçekliğin içinde yaşıyorum. Kendimi öldürmeden gidebildiğim yere kadar gidiyorum. Benim için müzik ve insanların kalbi benim tek motivasyonum... Para benim için asla bir motivasyon aracı olmadı. Para olsaydı çok daha farklı şeyler yapabilirdim. İlk albümüm çıktığında çok ilgi görmüştü. 'Bu kız tamamdır' dediler. Beni hemen bir yere konumlandırdılar. Ben dedim ki: 'Bir dakika benim yapmam ve öğrenmem gereken çok şey var'.

Senden ne bekleniyordu?

Popüler olmak, peş peşe albüm ve insanlara daha kolay ve basit bir dille ulaşmam. O yoldan gitmek istemedim, daha derine inmek istiyordum. O zamanlarda da 'Deli Bondo' diye adlandırdığım bir evren vardı. Oraya gitmek öyle kolay değil. Yüzlerce reklam teklifi geldi ve birçoğu bir milyon dolarlık işlerdi. Fakat benim gözüm görmedi, 'Hayır müziği bulmam lazım' dedim. Kendimi sıkıp istediğim yolda yürüdüğüm için çok mutluyum.


Büşra Sönmezışık - Yeni Şafak / 20.10.2012