17 Temmuz 2008 Perşembe

Bir varmıııış, bir yokmuuuuş...

İşte henüz albümü çıkmadan herkesçe tanınıp bilinen, klibi ve farklı ses rengiyle dikkatleri üzerine çeken ve Harry Potter'in Emma Watson'una benzettiğim Yasemin Mori'nin hikayesi

Biraz geçmiş yıllara gidelim. Müzik hayatına nasıl girdi?
1982 İstanbul doğumluyum. Ailem sonradan Ankara'ya taşındı. Okul hayatım Ankara'da geçti.

Benim dönemimde bizim ailede müzik, üzerine titrenen bir şeydi. Plaklar dinlenirdi hep. Müzik dinlemenin bir ritüeli vardı. Ablam, annem ve babamın klasik müzik krizini eve yeni yeni müzik tarzları sokarak dağıttı, ben de o sayede caz ve rock la tanıştım.

Söz yazıp beste yapıyorsun. Bu yetenek genlerden mi geliyor acaba?
Ailede müzisyen yok ama annemin sesi çok güzeldir. (Şaka! bunu annemi güldürmek için söyledim, çünkü annemin sesi gerçekten pek iyi değildir :) Ama babam benim yaşlarımdayken kendi kendine besteler yapıyormuş. Annem babamın kadifeler kadifesi bir sesi olduğunu söyler. Gerçi ben hiç duymadım! Mimarlık okumuş, benim gibi o da çizmeye çok meraklı. Hiç unutmuyorum, ortaokuldayken onun gençliğindeki müzik grubunu grafikler çizerek anlattığı defterine hayranlıkla bakardım.

Merak ediyorum, İstanbul'a alışabildin mi?
Dünyanın bütün şehirleri bir şeyler vaat ediyor. İstanbul da gösteriyor kendini. Yani İstanbul'u zaten biliyordum, onu elimden geldiği kadar çabuk kabullenmeye baktım.

Daha önce amatör olarak nerelerde sahne almıştın? Seni ilk kim keşfetti?
Aslında pek bir şey yok. Ankara'da Üniversitenin ilk yıllarında okuldan öğretim görevlisi bir hocamın, Zafer Aracagök'ün proje bazlı konserinde bir kaç şarkıya eşlik etmiştim, grubun adı "Sıfır"dı ve ilk sahne deneyimimdi. Çok ilginç bir müzik yapıyorlardı. O gece Babazula'dan Murat Ertel konuk sanatçılardan biriydi. Güzel bir geceydi benim için. Bir kere de Roxy'de sahne aldım. O zamanlar başka bir grupla çalıyorduk. Konsepti uykudan önce hikayeleri gibiydi biraz.

Albüm yaparken sana kim destek oldu?
Şu bir gerçek; albümü yaparken en büyük desteği ailemden ve Emre Irmak'tan aldım. Ozan Çolakoğlu da son anda projeye katılarak destek oldu.

Deneyimin çok az olsa da sahne performansın oldukça enerjik. Baştan sona hiç tempoyu düşürmeden kendini izletiyorsun. Bunu neye borçlu olabilirsin?
Sahnede olduğumu unutmuyorum. İnsanlara yapmış olduğum albümü anlatıyorum, bunu anlatmayı da çok seviyorum üstelik.

Grafik eğitimi aldığını biliyoruz. Albüm kartonetini hazırlaman dışında bu alanda başka bir şeyler yapıyor musun?
Albüm kartonetini ben hazırlamadım, tasarım Seha Can'a ait. Okuldan tanıdığım ve sonradan benim gibi müziğin peşinden gitmiş olan bir arkadaşımla beraber çalıştık. Aslında ben grafik tasarım değil de daha çok illüstrasyon işleri yapıyorum. Okuldayken daha çok o konuya eğildim diyebilirim. Belki daha sonra yaptığım çalışmaları bir şekilde değerlendirebilirim.

Albümünün adı neden Hayvanlar oldu?
Pek çok nedenden dolayı bu ismi seçtim. En basitinden, hayvanlar kelimesi bende müthiş renkleri tonları ve uyumu çağrıştırıyor. Beynimin bir kısmı sırf onlardan edindiğim bilgilerle çalışıyor. Hayvanlar bana sanat eseri gibi geliyor. Sanki Yaradan, "Bakın onlara ve onlardan bilgi edinin, hayatınızın devamı için onlardan ilham alın" demiş gibi. Hayvanları hangi açıdan izlerseniz izleyin çok inanılmaz bulgular elde edebilirsiniz.

Gerçekten ilginç... Bu arada görünüşünle sesin pek örtüşmüyor. Bu minyon bünyeden bu derece tok bir ses nasıl çıkıyor diye düşünüyor insan ister istemez. Ses tonunu konusunda etkilendiğin birilerinden esinlemiş olabilir misin?
İnsanin sesi vücut yapısına göre gelişmiyor tabii ama ben küçükken caz sanatçıları dinlerdim mesela Ella Fitzgerald, Nina Simone ya da Billie Holiday... Pes tonlarda şarkı söylemek o zamanlardan beri çok hoşuma giden bir şey. Aynı dönemde söylediğim gibi, bizim evde sopranolar dinleniliyordu. Onlara karşıydım yalnız. Bağırmanın da bir adabı olmalı diye düşünüyordum. Sırf sesin o tiz sesleri basabiliyor, yükseklere çıkabiliyor diye o kadar bağırılır mı hiç?

Bu arada erkek dinleyicilerin de güzelliğinden oldukça etkilenmişler. Sence başarılı bir ses güzel bir fizikle desteklendiğinde daha mı iyi oluyor?
Serge Gainsbourg'un bir lafını okumuştum bir yerlerde, "Çirkinlik bir şekilde güzellikten üstündür, çünkü en azından çirkinlik daimidir" diyordu... :)) Fiziksel güzelliğin yücelttiği bir dönemden çıkıyoruz gibi geliyor bana. Güzellik bir bütündür bana göre. Hem Serge Gainsbourg'u dinlerken kim onun gerçekten çirkin olduğunu düşünebilir?

Nasıl bir kişiliğin var, her şeyi kendine saklayıp içindekileri şarkılarına vuran biri misindir mesela?

Dışa dönük olduğum zamanlarda neşeli ve sakacı biriyimdir. Bir şeyler üzerinde çalışıyorsam içime kapanırım. İçime doğru konuşmaya başladığımda arkadaşlarım benden tıpkı bir yengeç gibi yan yan kaçmaya başlıyorlar.

Biraz çılgınmışsın duyduğuma göre. Pek sağın solun belli olmuyormuş.
:) Eskiden çılgın bir şeydim, hep enerjimi akıttığım şeyler vardı ama onlardan arta kalan enerji bana hala fazla geliyordu. Bunu ilk defa geçtiğimiz senelerde albüme çok fazla konsantre olarak dengeleyebildim.

Masstival'de alternatif sahnedeydin. Oldukça heyecanlıydın... Tepkiler nasıldı?
Çok güzeldi. Konserden on dakika önce ortada hiç izleyici yoktu, "Eyvah, grubun filan da morali bozulacak şimdi" dedim. Fakat sahneye çıktığımda beklemediğimden fazlasını gördüm karşımda. Herkes şarkıları dikkat kesilerek dinledi ve bitince de içtenlikle alkışladılar.

RollingStone / Nilüfer Karaciğan Şaşmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder